İnsan doğası gereği hep bir kıyaslama içerisinde yaşar. Bu çoğu zaman kişiler tarafından fark edilmeden gerçekleşir. Özellikle nesnel olarak algıladığımız her şeyi kıyaslarız. Tabi ki herkes "daha iyi"yi ister. Daha iyi bir ev, daha iyi bir iş, daha iyi bir maaş, daha iyi kıyafetler... Peki ama kime göre, neye göre iyi?
Kıyaslama yapmak zamanla kontrolden çıkabilen bir davranıştır ve toplumsal yaşamın üzerimizdeki etkisini gözler önüne serer.
Sonuçta insanoğlu, ister istemez etrafından etkilenir. Sanırım bu dünyaya gözlerimizi açtığımız ilk günden itibaren süregelen bir olay. Kadınlar mağaralarının büyüklüğünü, erkekler avcılığının yırtıcılığını, kendi bilek güçlerini kıyaslar mıydı bilinmez ama kulağa çok da uzak bir ihtimal gibi gelmiyor.
İnsan yeniliklere çok çabuk ayak uydurabiliyor ve zamanla faydalı veya eğlenceli olan her şeyi kendi aleyhine çevirmeyi başarabiliyor. Olduğundan farklı ve abartılı görünmeyi seven insan canlısı için de sosyal medya adeta kaçınılmaz bir hazine oldu.
HERKES ÇOK MUTLU!
Aşırı mutlu aşk dolu bir yuvamız var, en zeki çocuk bizim, pembelikler içindeki salonumuzu fıstık yeşili perdemizle kombinlediğimiz evimizde sabah 8'de pür makyajlı selfielerimiz var.
"Bizim oğlanın bokunda boncuk bulduk kesin profesör olacak." havalarımız, kocişkomuzun aldığı hediyeleri markaları görünecek şekli ile çekip #CanımKocişimmm etiketi ile paylaşıyoruz.
Şayet bekar isek her akşam gece kulübündeyiz ya da eğlenmelere akmış. Evde erik çekirdeğini kaseye sektirmeye çalışan abiler @reina'daki yer bildirimleri ile geceyi coşturuyor. Ayrıca #TBT olayını bulan sevgili kardeşimize de selam olsun, sayesinde kendimizi asosyal hissettiğimiz her perşembe eskilerden "çok eğlendiğimiz" bir gün paylaşıveriyoruz.
World happiness report raporuna göre 157 ülke arasında gelir ve yaşam beklentisi, özgürlük gibi kıstaslar çerçevesinde 78. sırada yer alıyormuşuz.
(Meraklısına buyrun sitesi http://worldhappiness.report )
Aslında ne kadar mutlu ya da mutsuz olduğumuzu anlayabilmek için herhangi bir araştırmaya bakmamıza da gerek yok. Öncelikle mutsuz insana bir bakalım. Mutsuz insan kaygılıdır. Para ve iş konusunda, ilişkiler konusunda kaygı taşır. İşini sevmez, aktif bir hobisi yoktur ve kendini daima başkaları ile kıyaslar. En başta bahsettiğimiz gibi, birbirinden etkilenmek insanın doğasında var. Sonuçta komşu çocuğu kıyaslayan bir nesilden türedik. Sosyal medya hesaplarınıza bir göz atın. Hepsinde ne kadar mutlu, ne kadar eğleniyor ve ne kadar geziyoruz. İşte 'sosyal bir mutsuzluk' tam olarak bu noktada ortaya çıkıyor. Sosyal medya hesaplarımızda hayatlarına dair fikir edinebildiğimiz oldukça çok arkadaşımız var. Neredeyse herkesle aynı bir evde yaşıyor gibiyiz. Stalktan stalka koşarken, alınan ekran görüntüleri whatsapp gruplarında dolanırken, iş yoğunluğundan bıkıp üzerinizdeki gömlekten ne kadar rahatsız olduğunuzu düşündüğünüz anda instagramda plaj fotoğrafı paylaşan arkadaşlarınız olduğu müddetçe bu kıyaslama kısır bir döngüye giriyor. Bu durum ise bizi "mutlu ve eğleniyor" göründüğümüz her anı paylaşmaya itiyor.
Az önce bahsettiğimiz mutsuz insanı ele alalım. Mesleğin statü olarak önemi vurgulanarak yetiştirilen mutsuz no.1 ; büyük umutlarla mezun olduğu üniversiteden sonra asgari ücretle iş teklifi alır. İdealistçe reddettiği işlerden birine umutlar kaybolmaya başlamışken girer ve sabahtan akşama kadar (Hayatın anlamı buymuş gibi...) çalışır da çalışır. Kira, faturalar, taşeronca üretilip "büyük marka" etiketleri basılan ayakkabı derken, ayda 1-2 defa dışarı çıktığı akşamlarda bolca fotoğraf çeker. İş yorgunluğunun ardından kendini eve atmadan 1 saat dışarıda kahve içtiği arkadaşı ile birlikte kahkaha dolu #fabulous bir fotoğrafı tüm sosyal medya hesaplarından paylaşır. O sırada ise, metrobüste 8000 kişi ile yolculuk yapan başka bir mutsuz no.2 görür ve fotoğrafı beğenir. Ardından da der ki "Adamlar geziyor yaaa."
BİR ÇALIŞAN BEN MİYİM?
Bu soruyu yakın zamanda kendinize sordunuz mu ya da ne sıklıkta sorar oldunuz?
Tüm sene uykularından, sosyal hayatından feragat edip (af edersiniz) ot gibi çalışan ve 2 haftalık yıllık izninde düşük bütçeli bir yurt dışı tatili ayarlayan Pelinsu aynı pozdan 50 defa vererek çekildiği fotoğraflarla tüm arkadaşlarını hayata küstürür. Hemen en beğendiği fotoğrafı sosyal medya hesaplarında paylaşır.
Doktora giden Aslı vapurda uçuşan saçları ile bir video çeker ve paylaşır.
İşten 1-2 saat izin alıp bankaya işlerini halletmeye giden Özge, gün ortasında AVM'de kahve yudumlarken fotoğrafını paylaşır.
Yorucu bir Pazartesi gününün ardından sosyal medya hesaplarında gezinen mutsuz no.2'nin bunları incelerken aklına tek soru gelir, "Bir tek ben mi çalışıyorum?" Sorunun ardından katlanarak gelen ise mutsuzluktur.
Hayır nutsuz no.2 bir tek sen çalışmıyorsun. Olimpos'ta kamptan fotoğraf atan Mert yılın geri kalan 300 günü akşamları 2 saat trafik çekerek evine gidiyor. Pisa'yı ittiren İrem tatil sonrasında ise yine sabh 5.45'e kurduğu alarmı ile kalkıp 7.30'da işinin başında olacak. Kadeh tokuşturan fotoğrafı attıktan sonra o kadehleri mutfağa götürüp TV karşısında yayılan Ezgi de kapital düzene boyun eğip öğle arasında dahi çalışıyor. Üzülme mutsuz no.2 sen aslında hiç yalnız değilsin. Ama son paylaştığın fotoğrafında #Hayatbu diyerek çimlere uzanırken pek de mutlu görünüyorsun. Aynı mutsuz no.1 ve diğerleri gibi.
Anı yaşayıp mutlu olmak yerine başkalarının görece daha mutlu görüntüleri ile kendimizi, hayatlarımızı kıyaslıyoruz. "Sosyal medya mutsuzluğumuzun makyajı bunlar olmuş durumda." Tek fark çillerimizi değil de mutsuzluklarımızı kapatıyor oluşu. Yeni gelin evleri ve türevleri sosyal hesaplarında sadece yarım saat zaman geçirirseniz olayı çok daha net anlayabilmeniz mümkün. (Bu da başlı başına apayrı bir konu zaten.)
Bizim mutluluklarımız başkasının mutsuzluğu olabiliyor, tabi tam tersi durumda geçerli. "Yiğit bugün tuvaletini kendi yaptı." diyerek poposunun fotoğrafını koyduğun bebeğin de buna dahil...
Çocuk sahibi olamadığı için üzülen bir genç kadının Çınar bebeğin her anını izlemesi onu ne derece mutlu eder, sabahtan akşama kadar mağazada müşterilerin peşinden koşturan Simge'nin lüks mağazalardan gelen kıyafetleri tanıtıp, sadece geziyorum, hayat çok güzel lalalala paylaşımları yapan fenomeni takip etmesi hayatına nasıl bir mana kadar, Bunun sonu ise nereye varacak bilinmez... Ama kendimizi biraz olsun frenleyemezsek sonumuz kötü, orası aşikar.
(Dip not; İlk bakışta cep telefonundan babasını aramayı becerebilen çocuğun profesör olamayacak belki ama 18 yaşına geldiğinde, tüm mahremiyetini paylaştığı için sana dava açması ise çok muhtemel.)
0 yorum