KADIN


"Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!" demiş Mustafa Kemal Atatürk.
Bu güne kadar okuduğum en güzel anlatım bu. Ne kadar güzel ifade etmiş Atamız ayrımcılığın olmamasını, herkesin yaratılış amacının olduğunu ve kadına eziyet etmek yerine; yanında dimdik durmak, el ele birlikte yürümek gerektiğini. Son zamanlarda kadınlara yönelik yapılanlar beni bazı araştırmalar yapmaya yöneltti. Maalesef ki şunu gördüm, yıllar geçse de yaşanılanlar pek değişmiyor. Her zaman olduğu gibi, akşam haberlerinde kadın cinayetleri izliyor, gazetelerde okuyoruz. Peki tartışmıyor muyuz? Bir kaç gün tartışılıyor, bunu yapanları kınıyor ve gerekli her platformdan paylaşımlarımızı yapıyoruz. Sonra? Sonrası ne oluyor? Unutuyoruz.

Malala Yusufzay'ı kaçımız biliyoruz? Onun mücadelesini tüm dünya öğrendi ve doğum günü olan 12 Temmuz, Birleşmiş Milletler tarafından "Malala günü" olarak ilan edilmiş. Kimdir peki Malala? Pakistan doğumludur. O dönemde kız çocuklarının gittiği okullar kapatılıyormuş. Bütün bu baskılara rağmen babasının desteği ile kız çocuklarının eğitim hakkını savunmuş, okuyabilmek için her türlü yolu denemiş. Bir gün okul servisi taliban üyesi tarafından kurşuna dizilmiş ve yaklaşık 4-5 ay hastanede yaşam savaşı vermiş. Ardından bu haber tüm dünyanın gündemine oturmuş ve devlet başkanları, uluslararası kurumlar bu haberden sonra devreye girmişlerdir. İlerleyen zaman sonra Malala artık takdir edilen biri olmuştur. Nobel Barış Ödülünü alan en genç kişi unvanını almış ve Oxford üniversitesinde öğrenimine devam etmiştir.

Bize yakın bir örneğe ne dersiniz? Halide Edip. Ünlü edebiyatçımız. O döneminde yaşanan işgale karşı sesini çıkarabilmiş ve direnişte önemli bir paya sahip olmuştur.

Peki Irena Sendler? O da Polonya'da doğmuştur. Mesleği hemşire olan Irena, İkinci Dünya Savaşındaki Yahudi soykırımında önemli rol oynamıştır. Hitler'in ölüm kamplarına götürülecek bebekleri, çocukları Varşova Gettosu'ndan kaçırmaya başlamış. Yaptığı bu olay SS subayları tarafından fark edilmiş ve Ekim 1943'de Paiwiak Hapishanesine kapatılarak işkenceler yapılmış. Bir şekilde buradan kurtularak hayatını gizlenerek yaşamaya devam etmiştir. Yine onun değeri de savaştan sonraki yıllarda bilinmiş ve Nobel Barış Ödülüne aday gösterilmiştir. Hayatı bir çok kitaba ve filme de konu olmuştur.

Yine başka bir örnekle devam edelim. Toni Morrison. ABD'de bir işçi ailenin kızı olarak doğmuştur. Gerçek adı Chole Anthony Wofford'tur. Okul hayatı siyahların ve beyazların savaşında arada kalmakla geçmiş. Irkçılığa maruz kalanlara inat, okumuş. Yıllar sonra Nobel Edebiyat Ödülünü alan ilk Afro-Amerikan kadın yazardır.

En son yazacağım örnek ise bence herkes tarafından biliniyor. Marie Curie. O okul hayatını bebek bakıcılığı yaparak tamamlamış ve radyoloji biliminin kurucusu olarak tanınmıştır. 

Bunlar gibi bir çok başarılı kadın ismi sayabiliriz. Kadınların kıymeti, alkışlanması ve takdir görülmesi için öncesinde şiddet, cezalandırma ya da başka herhangi bir kötü davranış olması ve bunlara tüm güçleri ile karşı çıkmaları mı gerekiyor? Tarihten günümüze kadar gelen birçok kadının hayatın bir yerlerinde silinmeyecek bir iz bıraktıklarını görüyoruz ve bir çoğumuza örnekte oluyorlar. Fakat kadınlar için çıkan haberler hiç bir zaman değişmiyor. Çünkü çoğu başaramıyor... 

Bunları yaşayan kadınlarımız, tüm yaşadıklarını sözlü olarak dile getirdikleri için onları yürekten alkışlıyoruz. Aslında burada, yaşadığı kötülüğü dile getiren insanı cesaretinden dolayı ödüllendirmek yerine ona bunu yaşatan insanı, insanları cezalandırmayı seçersek belki bir şekilde yaşanan bu kara olaylar değişebilir.

Her zaman dediğim gibi, iyilikle bütün bu kötülükler yok olacaktır. Ben buna inanmak istiyorum.

Sevgi ile kalın...

0 yorum