Sessiz Bir Yer




Belki gerçek canavarlar gürültü değil, istenmeyen sesler karşısındaki kendi hoşgörüsüzlüğümüzdür.


Geçenlerde izlediğim bir filmden bahsederek başlamak istiyorum. Yeni gösterime giren "A Quiet Place" - Sessiz bir yer- sese aşırı hassas olan canavarlar tarafından duyulmamak ve fark edilmemek için mücadele veren bir aileyi anlatıyor. Aile korku ile koşullanmak sureti ile, en ufak bir gürültünün şiddete ve mutlak ölüme neden olacağını fark ediyor, bunu biliyorlar. Bu filmin izleyici kitlesinden biri olarak filmin sessiz korkusuna tüm enerjimle adapte oldum. Şimdiden izlemenizi tavsiye ederim.

Konumuza dönecek olursak, sessizlik arayışı ile ilgili olan okuduğum makalelerden anladığım kadarı ile, bu bir paradoksu ortaya koyuyor; şöyleki istenmeyen sesleri dışarıda tutmaya çalışırken daha fazla zaman ve para harcadıkça, insanlar istenmeyen seslere karşı daha hassas hale geliyor.

Düşünüyorum! Sessiz ol!

İnsanlar yakın mesafelerde yaşadıkları sürece, diğer insanların çıkardıkları gürültüler ile ilgili şikayet ederler ve mütemadiyen sessizliğin özlemi içinde olurlar. 

1660'larda Fransız filozof B.Pascal "İnsanın mutsuzluğunun tek nedeni, odasında sessizce nasıl kalacağını bilmemesidir." demiştir. Kuşkusuz ki Pascal sessiz kalmanın, ses çıkarmaktan daha zor olduğunun farkındaydı. Peki gerçekten sessiz kalabilmeyi hangimiz başarabiliyoruz?

Gelin görün ki, günümüzde bu problem katlanarak daha da kötü olmuş gibi görünüyor. Sanayi devrimi boyunca insanlar fabrikada demirhane ocakları ile gümbürdeyen ve tren düdükleri ile çığlığa benzer ses çıkaran şehirlere akın ettiler. Alman filozof A.Schopenhauer, düşünürlerin iyi işler yapabilmeleri için sessizliğe ihtiyaçları olduğunu savunarak, çeşitli seslerin ahenksiz bir şekilde bir araya getirilmesini "entellektüel insanlar için bir işkence" olarak adlandırdı. Yani sadece aptal insanların gürültüyü tolere edebileceğini düşündü. 

Charles Dickens, Londra'da "sokak müzisyenleri tarafından tacize uğramış, endişeli, şaşkına dönmüş, neredeyse çıldırmış" hissini anlatıyordu. The Times, 1856'da "gürültünün başdöndürücü, sersemletici ortam" ile ilgili olan rahatsızlığını yineledi ve parlamentoya "biraz sukunet" yasası yapma çağrısında bulundu. Ne kadar ilginç değil mi? Görünen o ki, insanlar gürültüden daha fazla şikayet ettikçe, gürültüye karşı daha duyarlı hale geliyorlar.

20. yüzyılda, dünya üzerindeki bütün hükümetler gürültülü insanlar ve durumlarla bitmez tükenmez bir mücadeleye girmişlerdi. Bu yüzden de New York'ta " Gereksiz gürültüyü bastırma topluluğu" kurulmuştur. Bu çerçeve etrafında kurulan sakin bölgelerde yapılan en ufak bir gürültü, para cezası veya tutuklanmakla sonuçlanırdı.

Yine de, gürültücülere karşı yasal düzenlemeler, artan sessizlik arzumuzu nadiren tatmin etti. Bu nedenle, giderek hassaslaşan tüketicilerin talebini karşılamak için ürünler ve teknolojiler ortaya çıktı. 20. yüzyılın başlarında, ses geçirmez perdeler, daha yumuşak zemin malzemeleri, oda bölücüler vb. gibi ürünler üretildi. Ancak bunlar sessiz bir ortam yaratmak için yeterli olmadı. Çözüm olarak hatta "izolatör" denen bir başlık bile yapıldı. Ama kesinlikle hiç pratik değildi ve adeta zulümdü.

Sessizliği sağlamak için tasarlanan bu başlık ne kadar düşünce mahsulü olursa olsun, istenmeyen sesler günlük yaşamımızın bir parçası olmaya hep devam etti. 

Gürültü hiç bastırılamadı, huzursuz hisseden insanlar gürültüyü istedikleri sesle örtmeye, Sleepmate gibi aygıtları satın almaya ya da yağmur sesinden, ormanların hışırdamasına kadar kaydedilmiş doğa seslerini kendi müzik aletlerinde çalmaya başladılar.

Bugün sessizlik endüstrisi uluslararası gelişen bir pazardır. Bu pazarın tüketicileri için psiko-akustik mühendisleri tarafından yaratılan uyarlamalı algoritmalarla, dış sesleri algılayabilen ve zıt evre ses dalgaları üreterek onları duyulmaz kılan yüzlerce dijital uygulama ve teknoloji üretilmiştir.

Bu ürünlere yönelik pazarlama çabaları, bize gürültünün ne kadar dayanılmaz olduğunu ve mutlu olmak için diğer insanların istenmeyen seslerini susturmak olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Bu benzer durum yazının en başında bahsettiğim filmde de yansıtılıyor. "Sessiz korku filmi"nin tümündeki tek rahatlama anı bence, Evelyn ve Lee'nin birbirine bağlı olduğu, kulaklıklarındaki müzik ile yavaşça sallandıkları ve kulaklıkları dışındaki dünyayı susturdukları andır. 

İnsanlar kendilerini ne kadar başkalarından kaynaklanan ve istenmeyen sesler olmadığı hayata alıştırırsa, bahsettiğim filmdeki aile gibi olurlar. Aşırı duyarlılaştırılmış kulaklara, dünya adeta gürültülü ve düşman oluyor. 

Belki de bu yüzden herhangi bir yabancı türden çok, bu hoşgörüsüz sessizlik gerçek bir canavardır.

Filmi izlemeyi unutmayın. Şimdiden iyi seyirler.

0 yorum