Ben bu soruyu kendime sormakta epeyce geç kaldım belki. Farkındalığım oluştuğunda ise şunu gördüm ki aslında ne çok geç ne de çok erken kalmışım kendime. Her şeyin tam ortasındayım şimdi. Ne çok geç ne çok erken...
Kadın olmak nedir? Nasıldır?
Bir şeyi daha fark ettim ki, kadın olmaya dair bilinçaltımızda, iyiliğimiz için bize hizmet etmeyen çok fazla inanç ve kalıplaşmış düşünce var.
Biz daha kundaktayken şekilleniyor bu inançlar, şöyle ki; çok değil yakın bir tarihte nüfus kağıtlarımız bile renklerinden ayrılıyordu. Tıpkı doğduğumuzda kızların hep pembe ve erkeklerinde hep mavi giydirilmesi gibi... Hatta anne rahmine düştüğümüz gibi başlıyor, babamız tarafından "erkek olsun" beklentisini hissediyoruz. Ayrımlar benliğimize hükmediyor adeta ve ilişkilerimizi kontrol ediyor.
Sorgulamaya başladığımız noktada uyanışımız da başlıyor. Bir kadın olmak, kadın bedeninde olmak, acı, üzüntü, korku, utanç, suçluluk ve daha pek çok duyguyu barındırıyor. Namus kavramı ise adeta dişil enerjinin yok sayılması ve onun bastırılması için türetilmiş. Namus kelepçesinin, prangalarının tezahürü kadınların evlenirken bellerine bağlanan kırmızı kurdeleler sanki...
Dişil soyumuzdan gelen ve kayıtları bedenimizde bulunan, dişil enerjimizi kısıtlayan daha o kadar çok şey var ki...
Gelin sizlerle biraz daha derinlere inelim. Hep birlikte bunu kendimize soralım, kadın olmak nedir? Kadın olmak ne ister, neyi gerektirir, nasıldır? Nerede başlar ve nerede biter? Önce çocukluk halimize dönelim. Kız çocuğu iseniz asla tek başınıza sokağa çıkamazsınız, "kendine sahip çıkamamak" vardır. Kendi kendine yetemediği düşünülür ve sürekli gözetim altındadır hayatı. Namusu sokağa çıkmasının bile önüne geçer. Bu kız çocuğu halimizin bile hayatta katlandığı bazı durumlar vardır değil mi? Annelere her daim yardım edilmesi gerekir, gerekirse küçük kardeşlerimize bakmamız bile beklenir, hatta hayvanları otlatmak ve yemek yapmamız istenir. Daha da ileri gidelim, 10 yaşına gelmişken evlendirilmek dahi vardır ancak o zaman kız çocuğu demezler, kadın derler... İşlerine öyle gelir.
Çocukluğu bir kere geçirdik varsayalım. Kendine sahip çıkmak ve namusumuzu korumak aklımıza bir kere kazınmıştır artık. Gençliğe adım atarız, bedenimizde bir takım değişiklikler olmaya başlar. Göğüslerimiz çıkar ve görülmeye başlar, bu bile bir sorundur. Herkes bilmek durumundadır ve biz vücudumuzun bir parçasını yine namus konusu olduğu için korumak zorunda kalırız. "Kızım kendine sahip çık" cümlesi her daim vardır ve yıllarca hangi yaşa gelirsek gelelim bir erkek, bir koca bize sahip çıkana kadar bu böyle devam edecektir, değil mi? Bazen bir kız çocuğu olarak değil de sadece insan olarak görülmek isteriz. Kadınlığımızdan, kızlığımızdan, bedenimizden utanırız, istemeyiz, sadece kaçmak isteriz...
Şimdi biraz daha büyüdük, yirmili yaşlarımıza geldik. İlk kez kendi kararlarımızı verebildiğimiz ve kendi ayaklarımızın üzerinde durabildiğimiz yaşlardayız... Yine de aile vardır ve küçük yaşlarımızdan beri devam eden namus koruması yakamızı bırakmaz. Ne yaparsak yapalım bunu korumalıyız. İş hayatına atılırız, kendi ayaklarımızın üzerinde dimdik durabilmek için. Hem de ne ayakta durmak, kaya gibi sert olmamız gerekir. Erkek cinsine göre "daha" ile başlayan, cümleler ile yarışırız bu seferde; daha çalışkan, daha azimli, daha önemli, daha iyi... Bu sefer kadın olmak utanılacak bir durumdan, yani daha alt seviyeden daha üst seviyeye taşınabilmek için bir erkeğe göre çok ama daha çok fazla emek verilmesi gereken bir var oluş haline dönüşür.
Nitekim bizler kadınız. Son zamanlarda "kadın gibi kadın" lafını çok duyar oldum, etraf adeta kadın gibi olmayan kadınlarla doldu. Peki kadın gibi kadın nedir? Nasıl olunur? Bir kadının derin sevecenliği, şifacılığı, iyileştirici gücü, gerektiği zaman anneliği, içindeki saklı olan yaratma hali, şefkati, güzelliği, kadınlığı nerede kaldı? Bizler çocukluğumuzdan beri namusumuza sahip çıkmak kavramından önce, geleceğin muhteşem kadınları olarak kendimiz ile barışık olmayı neden duyamaz hale geldik? Neden bedenimizden bu kadar koptuk, neden bizi biz yapan kilolarımıza, sevecenliğimize, sırf daha hızlı kariyer basamaklarını atlamak için duygusallığımıza veda ettik? Gerçekten ne zaman unuttuk kadın gibi kadın olmayı?
Kadın olmak her yaşta bambaşka bir yolculuk, adeta bir macera... Kadın olmak dünyanın en zor ama en güzel duygusu da. Ulu orta konuşmaktan utandığımız ve her ay yaşadığımız biyolojik sürecimiz bile yenilenme, değişim ve var etme süreci değil mi?
En son ne zaman acılarla geride bırakılmış ve bize ait olan kız çocuğumuzu kucakladık? Ona korkmamasını, kendine sımsıkı sarılmasını ve dünyaya kadın olarak geldiği için ne eksik ne de fazla olmadığını sadece herkes gibi kendi olmayı ve sonuna kadar kendi gibi olmayı hak ettiğini söyledik? Her yaşında ve her ne olursa olsun çok ama çok değerli olduğunu ona en son ne zaman hatırlattık? Bir erkeğin, bir kocanın bize namusumuza sahip çıkmasını beklemeden ne zaman kendi kendimizin haklarını, hayatımızı, yolumuzu savunduk; işte bu savaş meydanında en son ne zaman bir zafer kazandık?
Evet belki çok gücümüz yok. Bir er meydanına çıksak yenilebiliriz ama bize dünyayı değiştirme gücü lütfedilmiş. Ki bu bilek gücünden bile daha üst mertebe demek. Bu yazıyı sabırla okumuşsanız lütfen bu soruları kendinize sorun ve düşünün. Kadın olmak; eksik olmak, fazla olmak, karşılaştırma unsuru olmak, namus bekçisi olmak, kendinizden utanmak değil; sahip olduğumuz özellikler için kendimizi sevmemek hele hiç değil. Kadın olmak rahmettir, merhamettir, annelik yüceliğinde olmaktır, dünyayı çiçeklerle donatmaktır, dişi olmaktır, kadın olmak bu dünyada bizlere lütfedilmiş en önemli tecrübedir, bitmeyecek bir serüvendir, satın alamayacağımız, devredemeyeceğimiz ve istesek de unutamayacağımız kadar özel bir deneyimdir.
Her kadının kötü de olsa hikayesi güzeldir, çünkü kadın olmak başlı başına bir devrim ve güzelliktir...
0 yorum