Yaşam nedir ki aslında? İlkin yoğunlukla hissedilen, derken sonra hiç hissedilmeyen bir şey, görünüşe göre hep aynı ama sonraları bambaşka, ara ara da gereğinden fazla değişken, sonrasında ise yine safi alışkanlık.
Büyük hazlar ve mutluluk da getirir, acılar ve mutsuzluk da, hayatın bu iki kutup arasında nasıl bölüneceğini de hiç kimse bilemez. İnsanları ilişki aramaya sevk eder akabinde de kaçırtır bundan; zihinlerini vermesini ister, sonra yine kafaları dağılmış şekilde oradan oraya sürükler. Hayatın temel taşlarından biri kutupsallık yani hayat, sevinç ve üzüntü, korku ve umut, özlem ve hayal kırıklığı gibi zıt kutuplar arasında gidip geliyor. Olmakla yitmek arasında gidip gelen uzun bir dönem. Ve kabulümüzde bu değiştirilemeyecek bir kaderdir aslında. Hiç durmadan bir şeyler yaşarız ve yitiririz. Her oluş bir yitiş ile, her yitiş bir oluş ile bir aradadır. Nitekim yaşlanmakta öyle. Modern hayatın temel taşını oluşturan kutupsallıkla birlikte yaşamak sorgulanır hale geldi. Sizce onunla sakince bir ilişki kurabilmeyi yeniden öğrenmek nasıl mümkün olur?
Her birinin hakkını verebilmek adına, hayatın değişik evrelerini göz önüne getirmek gerekebilir, belki bu bize bir nebze olsun yardımcı olabilir. Bunu günün akışına benzetebiliriz mesela; kimi sabah yataktan zıpkın gibi fırlarken, kimisi de kalkmakta zorluk çeker. Devamında tazecik günün enerjisi sarar bedenleri. Sonsuz bir zamanın önünde bir çok olanak serilir önümüze. Tüm kuvvetimiz yerindeyken bu olanakları gerçekleştirmek için çalışacağımıza seviniriz. Gündelik işler bir şekilde hallolur ve birden bir bakarız ki öğle oluvermiş. Rehavet gelir çatar, tembellik uyuşturur bünyeleri, bir anda durmadan esneyen kocaman bir topluluk peydah olur, nasıl başa çıkacağınızı bilemezsiniz. Günün sona erdiğinin farkına varırsınız ancak yapılacak bir çok işin kalmıştır. Panik yok, akşam yemekten sonra günün geri kalanı da emre amadedir. Ancak ne var ki akşamları aile ile, dostlar ile sohbet ihtiyacımız gelir bulur bizi, bunu yapmasak bile yığılıp kalırız bir köşede sessiz sedasız, hatta uykuya bile dalıp gidebiliriz erkenden.
Hayatın mevsimleri ile ilgili durum da buna benzer... İlk çeyreği, sabahın erken saatlerine tekabül eder. İlk uyanış, kalkış zahmetli olsa bile, hayatın ilk ve on yılında genç insanların önünde sonsuz olanak uzanır. Kişi her şey olabilir. Olanakların oynayarak, deneyerek ve eğitim yolu ile kullanılabileceği sonsuz uzamda kendini bazen ölümsüz gibi hissedebilir. Ufkun onun için açık olduğu hissi ile dolu bir hayattır bu, yani yapabilme ihtimali, imkanı mevsimidir. "Bunu yapabilirim" demek, isteseydim yapabilirdim, anlamına gelir bu mevsimde.
Bir de hayatın başından itibaren gelen bir yaşlanma vardır, farkına varılamayacak kadar yavaştırda, sonra hemen başa çıkılamayan ufak tefek ataklarla gösterir kendini. Aslında hepimiz farkında olmadan anne karnında yaşlanmaya başlarız, altı yaşındaki çocuk on iki, on iki yaşındaki hemen on sekiz olmak ister...
Nitekim çocuklar için zaman çok yavaş zuhur ederken, erişkinler için bu fazlasıyla hızlıdır. Sabır, sükunet kalmaz... Kimi hayattan ne istediğini bilir ve süratle ilerler hedefe, kimi de hala bir arayıştadır ve tam bir noktada geri dönesi gelir. "Yaşlanmaktan endişe ediyorum" deriz bu noktada. Olanaklarla gerçekleşen ilişkilerin sonucunda yaşadığımız hayal kırıklıkları ise hayatımızda kocaman bir krize neden olur... Bu bize her şeye geç kalmışlık hissi verir ve üzüntü içinde tamamlarız yaşamlarımızı.
Büyük hazlar ve mutluluk da getirir, acılar ve mutsuzluk da, hayatın bu iki kutup arasında nasıl bölüneceğini de hiç kimse bilemez. İnsanları ilişki aramaya sevk eder akabinde de kaçırtır bundan; zihinlerini vermesini ister, sonra yine kafaları dağılmış şekilde oradan oraya sürükler. Hayatın temel taşlarından biri kutupsallık yani hayat, sevinç ve üzüntü, korku ve umut, özlem ve hayal kırıklığı gibi zıt kutuplar arasında gidip geliyor. Olmakla yitmek arasında gidip gelen uzun bir dönem. Ve kabulümüzde bu değiştirilemeyecek bir kaderdir aslında. Hiç durmadan bir şeyler yaşarız ve yitiririz. Her oluş bir yitiş ile, her yitiş bir oluş ile bir aradadır. Nitekim yaşlanmakta öyle. Modern hayatın temel taşını oluşturan kutupsallıkla birlikte yaşamak sorgulanır hale geldi. Sizce onunla sakince bir ilişki kurabilmeyi yeniden öğrenmek nasıl mümkün olur?
Her birinin hakkını verebilmek adına, hayatın değişik evrelerini göz önüne getirmek gerekebilir, belki bu bize bir nebze olsun yardımcı olabilir. Bunu günün akışına benzetebiliriz mesela; kimi sabah yataktan zıpkın gibi fırlarken, kimisi de kalkmakta zorluk çeker. Devamında tazecik günün enerjisi sarar bedenleri. Sonsuz bir zamanın önünde bir çok olanak serilir önümüze. Tüm kuvvetimiz yerindeyken bu olanakları gerçekleştirmek için çalışacağımıza seviniriz. Gündelik işler bir şekilde hallolur ve birden bir bakarız ki öğle oluvermiş. Rehavet gelir çatar, tembellik uyuşturur bünyeleri, bir anda durmadan esneyen kocaman bir topluluk peydah olur, nasıl başa çıkacağınızı bilemezsiniz. Günün sona erdiğinin farkına varırsınız ancak yapılacak bir çok işin kalmıştır. Panik yok, akşam yemekten sonra günün geri kalanı da emre amadedir. Ancak ne var ki akşamları aile ile, dostlar ile sohbet ihtiyacımız gelir bulur bizi, bunu yapmasak bile yığılıp kalırız bir köşede sessiz sedasız, hatta uykuya bile dalıp gidebiliriz erkenden.
Hayatın mevsimleri ile ilgili durum da buna benzer... İlk çeyreği, sabahın erken saatlerine tekabül eder. İlk uyanış, kalkış zahmetli olsa bile, hayatın ilk ve on yılında genç insanların önünde sonsuz olanak uzanır. Kişi her şey olabilir. Olanakların oynayarak, deneyerek ve eğitim yolu ile kullanılabileceği sonsuz uzamda kendini bazen ölümsüz gibi hissedebilir. Ufkun onun için açık olduğu hissi ile dolu bir hayattır bu, yani yapabilme ihtimali, imkanı mevsimidir. "Bunu yapabilirim" demek, isteseydim yapabilirdim, anlamına gelir bu mevsimde.
Bir de hayatın başından itibaren gelen bir yaşlanma vardır, farkına varılamayacak kadar yavaştırda, sonra hemen başa çıkılamayan ufak tefek ataklarla gösterir kendini. Aslında hepimiz farkında olmadan anne karnında yaşlanmaya başlarız, altı yaşındaki çocuk on iki, on iki yaşındaki hemen on sekiz olmak ister...
Nitekim çocuklar için zaman çok yavaş zuhur ederken, erişkinler için bu fazlasıyla hızlıdır. Sabır, sükunet kalmaz... Kimi hayattan ne istediğini bilir ve süratle ilerler hedefe, kimi de hala bir arayıştadır ve tam bir noktada geri dönesi gelir. "Yaşlanmaktan endişe ediyorum" deriz bu noktada. Olanaklarla gerçekleşen ilişkilerin sonucunda yaşadığımız hayal kırıklıkları ise hayatımızda kocaman bir krize neden olur... Bu bize her şeye geç kalmışlık hissi verir ve üzüntü içinde tamamlarız yaşamlarımızı.
0 yorum