"Fotoğraf tarafımıza aittir, beğenen kullanabilir"
"Küçükken çekilen acıların ateşi kolay sönmüyor, kolay unutulmuyor ve izlerini hayatımız boyunca üstümüzde taşıyoruz.
Aşk yakıyor.
Ayrılık kavuruyor.
Aldatmaksa hep çok acıtıyor.
Bize çocukluk acılarını tekrar yaşatacak kişileri gözünden tanır, başkasına değil, ona aşık oluruz. Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize.
Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır. Yine o evlerde yaralanır, o yaralarla büyür, sonunda o yaraların götürdüğü yere gideriz. Ancak mutluluk her zaman o yolda değildir..."
-Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
...
Hani bir roman okudum hayatım değişti dersiniz ya. İşte bu romanda öyle. Gülseren Budayıcıoğlu "İstanbullu Gelin" dizisinin öyküsünün yazarı olarak bilinsede aslında kendisi bundan çok daha fazlası. Bildiğim ve şuana kadar dört kitabı olan bir yazar ve Türkiye'nin ilk psikiyatri merkezi Madalyon'un kurucusu.
Benim ise onun kitapları ile karşılaşmam diğer güzel kitaplarda da olduğu gibi biraz uzun sürdü. Okuduktan sonraki fikrim ise kalan tüm kitaplarını da almak oldu.
İnsanlar, psikolojik roman, türünden her zaman çekinmiştir. Ağır bir dili olmasından ve anlayamamaktan korkarlar. Bu nedenle de biraz sıkıcı bulunur bu tarz romanlar. Her şeyden önce bu kitap su gibi akıp giden bir roman. Okuyanı hiç bulandırmadan, dupduru bir şekilde "kader motifi" benzetmesi altında akıp gidiyor. Budayıcıoğluna göre bu motif, çocukluk yıllarımızda nasıl şekillenirse, yani çok mu aşağılandık, terk mi edildik, yeterince sevgi mi görmedik, işte bu motif yetişkinliğimizde de sık sık karşımıza çıkıyor. Artık çocuklukta nasıl örüldüyse. Eğer bunu far edip müdahale etmez isek sonuç genel olarak kötü oluyor. Fark ettiğimiz takdirdeyse çözülemeyecek herhangi bir şey kalmıyor. Budayıcıoğlu bu konuda işte bu kadar da iddialı.
Roman lüks içinde yaşamış ancak yok sayılmış bir çocukluk yaşayan iç mimar Nalan ile, sert ve yoksul bir çocukluk geçirmiş elektrikçi Hayri'nin aşk hikayesinden oluşuyor kısaca. Gerçek bir çiftin hikayesi denebilir sadece isimler değiştirilmiş. Yedi yılın ardından Hayri Laz kızı lakabında birine aşık oluyor. Kendisi aynı zamanda da evli ve üç çocuk babası. Evdeki kadın Türkan kaderine her şekilde razı ancak Nalan terk edilmeye dayanamıyor. Ortalığı ayağa kaldırıyor. Hayri'de yakasından düşmesini istediği için onu alıp Gülseren hanıma getiriyor. Terapi vs hiç bir şey umrunda değil Nalan'ın o sadece Hayri'nin onu terk edip gitmesini istemiyor.
Başlangıçta karakterler de, yaşadıkları aşk da hiç inandırıcı gibi gelmiyor. Okurken böyle aşk mı olur diyorsunuz. Ancak kitabı okudukça yanılıyorsunuz.
İlk terapiden sonra her ikisinin de kader motifleri ortaya çıkıyor. Ve bu süreç okuyucuya çok güzel bir şekilde aktarılıyor. Gülseren hanım iyi bir terapist olduğu kadar iyi bir yazar ayrıca. Her bir satırı büyük bir merak ile okuyorsunuz. Karakterlerini soruları ile kendini bulma yoluna sokarken, aralarda da bir psikiyatr olarak kendi iç sesini konuşturuyor ve hastanın o an anlattıklarının psikolojik yorumunu yapıyor. Bu yorumlar ki çok değerli oldu benim için. Okurken ister istemez bir ayna çıkıyor ve siz o aynada kendinizden bile bir parça bulabiliyorsunuz. Roman karakterleri de bu ayna ile kendilerini görüp sorgulayıp kader motiflerine müdahale edebiliyorlar, değişiyor ve yenileniyorlar.
İnsan dediğimiz şey bir gayya kuyusu gibi adeta. İçine saldığımız kovadan ne çıkacak belli değil. Çok muhteşem, çok yaratıcı, çok sorunlu, çok naif, çok sert, çok depresif, çok keyifli, çok obsesif, çok narsist, çok içten, çok zarif, çok masum, çok kötü... İnsanlara dair her şey çok ve çok heyecan verici. Anlamak da bir hayli zor. Ama anlamadan da yaşamak mutsuzluğun da garantisi. Bu yönden bu roman çok değerli ve herkesin okumasını tavsiye ederim. Bir roman hayatı değiştirir mi? Okuyun ve hep birlikte buna tanıklık edelim.
Şimdiden herkese iyi okumalar diliyorum.
0 yorum