Şişe cinleri


Son zamanlarda neden okuduğuma dair soruları çok duyar oldum. "Neden okuyorsun Monica?" Her gün, her hafta, her ay, her yıl okumak ne kadar da korkutucu geliyor, korkunç demeyelim de, külfet geliyor.


Roman kahramanlarını, şişeden çıkmayı bekleyen cinler gibi düşünüyorum. Okuduğum romanı da keşfe çıktığım bir ada gibi görüyorum. O şişe cinleri oradadır, sizi beklemektedirler, şişeyi alıp açtığınızda çıkıp geleceklerdir. Şişeye dokunmadığınızda ise gelmezler, şişe alelade bir şişe olarak kenarda hep durur. 

Sizce kitaplarda böyle değil mi? Bir kenarda sessiz sakin bizim çağırmamızı bekleyen, dilsiz dostlarımız değil de nedir?

Çoğumuz onları raflarda süs olarak görüyoruz ama bir kez elinize alıp okumayagörün; o cansız, dilsiz sayfalardan süzülen ruhlar, ete kemiğe bürünür, capcanlı görünürler size. Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kıskanırsınız. Belki de tanımakta olduğunuz kişileri, her gün önünden geçtiğiniz dükkanları gizemli bir dünyada yeniden var eder ve bundan büyük bir tat alırsınız.

O katman katman selüloz yığınından fışkıran dünyalar sizi de alıp içinde sürükler. Anna Karenina olursunuz, Bovary, Raskolnikov gibi hisseder, o dünyayı onların gözlerinden görürsünüz. Hatta yaşarsınız bile.

İşte bu andan itibaren kitabın kokusu da bir alışkanlık olur. Sararmalar, eski ve çok sevdiğiniz bir dostunuzun saçlarına düşen ak gibidir. Yaşamı damıtarak size yeniden sevdiren büyülü bir şeydir kitap. İşte bu yüzden okumayı seviyorum. Herkese de tavsiye ediyorum.

0 yorum