KAR


Elimde Orhan Pamuk'un Kar'ı, dışarıda sakin sakin yağan kar ve hafta sonu... 


"Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum," der Nazım Hikmet. Kar yağar ve bizi çoğu zaman uzak diyarlara taşır. Canlı renkleri ile görmeye alıştığımız hayat, bembeyaz bir sayfaya dönüştükçe, biz de o sayfayı hatıralarımızın mürekkebi ile boyarız. Kar bizim belleklerimizi harekete geçirdiği gibi edebiyata da aynı etkiyi yapar. Bazen tekinsiz bir karanlığın, bazen çocuksu bir neşe ve yenilenmenin ve çoğu zaman sonsuz metaforlarla genişleyip açılan, düpedüz sihrin sembolüdür kar. Bazen tüm olanlara sessiz bir fon, bazen bir ilham kaynağı ve bazense bir çok duygudan rol çalan bir ana karaktere bürünür. 

Tüm sessizliği ile konuşur kar. Onu izleyip, dinledikçe bize ayna olur. Yarattığı sessizlikle bizi konuşmaya, içimizi dökmeye yönlendirir ve çoğu zaman da bir arınma sunar. Tıpkı Orhan Pamuk'un Kar'ında da okuduğumuz gibi... "Karın sessizliği, diye düşünüyordu otobüste şoförün hemen arkasında oturan adam. Bu bir şiirin başlangıcı olsaydı içinde hissettiği şeye karın sessizliği derdi. (...) Kar rüyalarda yaydığı gibi uzun uzun, sessizce yağarken cam kenarında oturan yolcu yıllardır tutku ile aradığı masumiyet ve saflık duyguları ile arındı ve kendini bu dünyada evinde hissedebileceğine, iyimserlikle inandı."

Japon edebiyatından ise Yasunari Kavabata'nın Karlar Ülkesi'nde; bir kentli erkeğin, ülkenin karlarla kaplı bir bölgesine çıktığı yolculukta tanıştığı geyşayla yaşadığı aşkın aracılığı ile, aslında kendi kalbindeki "karlı ülkeyle" tanışmasına tanık oluruz. "Tren uzun bir tünelden çıkıp karlar ülkesine girdi," diye başlar bu roman. Ve biz de yalnızca kar manzaralarını değil, bir yürekteki buza kesmiş peyzajı izleriz aslında. "Gece göğünün altında her yer bembeyaz uzanıyordu. Tren bir işaret noktasında durdu. Vagonun karşı tarafında oturan kız geldi; Şimamura'nın yanındaki pencereyi açtı. Kar kokulu soğuk içeri doldu. Kız pencereden iyice sarkarak, ta uzaktaymış gibi, istasyon şefine seslendi. İstasyon şefi, elinde bir fener, karların üzerinde yavaş yavaş ilerledi. Yüzü ta burnuna kadar atkısına gömülü, kasketinin kulakları inikti. Bu kadar soğuk ha... diye düşündü Şimamura. Demir yolu lojmanları olan basık, kışlamsı yapılar, dağın buzlu yamacına yer yer serpiştirilmişti. Karın beyazlığı daha bunlara ulaşmadan karanlıklara karışıyordu."

İlk başta bu kadar soğuktur her şey. Ancak Şimamura aşkı keşfettikçe, arınmaya başlar. Tıpkı karın arındırarak beyazlattığı gibi...

Bazen de dediğim gibi bir sihirdir kar. Mucizeler oluşturmaya muktedirdir. Dünyanın en güzel romanlarından biri olan Anna Karenina'da adeta aşıkları kavuşturmak için çabalayan bir aşk perisi gibi davranır. Ve sonra sihri ile onlara mükemmel bir arka fon hazırlar.

Bir başka yönden de kar görkemlidir, güzeldir ve tüm soğukluğu ile erişilmez oluşuna karşı soluksuz bırakır bizi. 

Paul Auster Kış Kitabı ile bir selam verir bize.  Auster, kendi hayatının kışına girerken karlarla kaplı bir New York'ta yazmıştır bu kitabı ve insanı yalnızca kış manzarası ile haşır neşir etmez, ruhumuzun içinde saklı duran "kış"la da yüzleştirir. 

Edebiyatla bu kadar haşır neşir olan kar çocukluğumun da ayrılmaz bir parçasıydı. Kimi çocukların yaz tatilini iple çekmeleri gibi, ben de çocukluğumda karın yağmasını beklerdim. Dışarı çıkıp sokaklarda kar topu oynayıp, kardan adam yapacağım için değil. Kar altında kalmış olan şehir bana masallar ülkesi gibi geldiği için. Yağan kar ile birlikte şehrin tantanası son bulur ve her yer beyazın sessizliği ile örtülürdü. Hatta bazen o kadar çok yağardı ki, okullar tatil olur, bizde soba yanan sıcacık evimizde camdan dışarısını izlerdik.

Şimdi o kadar yağmasa da, bir kar tanesinin düşüşünü görsem aklıma çocukluğumdaki o huzur dolu karlı günler gelir. Hemen camın önündeki köşeme çekilir kitabımı kahvemi alırım. Hem yavaş yavaş sessizleşen dünyanın dış sesini dinlerim hemde keyifle kitabımı okurum. 

1 yorum

  1. O gece anlamıştım: her yerinden yüreği
    taşan bir kadındır bir şaire gereken;
    bir karla gelendir, bir kardelen.

    YanıtlaSil