Katiline Aşık

 


1973 yılında İsveç'te Jan Erik Olsson isimli bir adam Kreditbanken adlı bankaya silahlar ve patlayıcılar ile girdi. Havaya ateş açtı ve "Herkes yere yatsın, parti başlıyor!" diye bağırdı. Bu sıra da müşteriler ve birçok banka görevlisi dışarı kaçtı. Soyguncu ise sadece dört banka görevlisini rehin aldı. Akabinde banka polisler tarafından kuşatıldı.

Olay yerine gelen arabulucu, soyguncu ile iletişime geçtiğinde, soyguncunun talepleri yüklü miktarda para, biraz mühimmat, cezaevinden bir arkadaşının kendi yanına getirilmesi ve bankanın önünde hazır bir araba bulundurulmasıydı. Soyguncunun dediğine göre talepleri yerine getirilirse bu arabaya arkadaşıyla birlikte binip gidecekti. 

Polis hükümlü olan arkadaşını cezaevinden çıkararak yanına getirdi, bankanın önüne de bir araba bırakıldı. Parayı dahi teslim ettiler. Ancak soyguncu paraları ve arkadaşını alıp bir türlü kaçmıyordu; çünkü polis de kuşatmayı kaldırmıyordu.

Bu olanlar devam ederken, polis tavanda bir delik açtı, iki soyguncu polisin içeriye uyuşturucu gaz salacağını düşünerek rehinelerden birinin boynuna ip bağlayıp tavana astı, ancak rehinenin ayakları yere değdiği için ölmedi. Soyguncular polise, eğer içeriye gaz verirlerse rehinenin boğularak öleceğini söylediler.

Bu polis kuşatması altı gün boyunca sürdü. Altıncı gün polis içeri girdi ve soyguncular silahlarını atarak teslim oldu. İşte bu sırada şaşırtıcı bir şekilde rehineler kendilerini soyguncuların önüne atarak siper ettiler ve polislerin soyguncuları vurmamalarını istediler. 

Soyguncular tutuklandıktan sonra garip bildiler de gelmeye devam etti. Rehinelerden birinin kaçma şansı olmasına rağmen kaçmadığı öğrenildi.

Daha da ilginç olan, bu olaydan sonra rehinelerin soyguncuları hep desteklemiş olmaları. Rehineler mahkemede soygunculara karşı ifade vermekten kaçındılar; hatta aralarında para toplayıp onların mahkeme masraflarını karşılamalarına yardımcı oldular. Sık sık onları hapishanede ziyaret ettiler. 

Soygundan yıllar sonra History Channel'de yayınlanan bir belgeselde konuşan bir rehine şöyle diyordu;

"Soyguncu beni öldürmeyeceğini, sadece bacağımdan vuracağını söyledi. Ne kadar nazik ve düşünceli bir insan olduğunu düşündüm."

Bu ve buna benzer bir sürü olay yazılabilir. Hatta Türkiye'den dahi örnek verilebilir. Hatırlarsınız Müge Anlı'nın programında Palu ailesi olayı vardı. Ve bu esnada ailenin stockholm sendromunda olduğu iddia edildi.

Dizilere bile konu olan ve kişinin ruhsal dengesini bozan bu sendrom nedir peki? Gelin hep birlikte okuyalım.

Yukarıda da bahsedilen olaydaki rehinelerin bu paradoks gibi görünen bağlılığı daha sonra kamuoyu ve akademik camiada ünlü banka soygununun geçtiği kentin adı ile "Stockholm sendromu" olarak anılmıştır.

Bu sendrom, başlarda rehinelerin kendilerini esir tutanlara karşı geliştirdikleri, sağduyuya aykırı nitelikteki sempati anlamında kullanılmıştır. Sonrasında ise gelen yeni vakalarla birlikte anlamı genişlemiştir. Toplama kampındaki mahkumlarda askerlere ve gardiyanlara karşı, tarikat üyelerinde önderlerine karşı, fahişelerde kendilerini pazarlayanlara karşı, ensest mağdurlarında ebeveyne karşı, şiddete uğrayan kadınlarda kocalarına karşı vb. de gözlenen tuhaf ve anlaması güç bağlılık hep aynı kapsamda değerlendirilmiştir.

Bunun nedeni nedir? Nasıl olur da bir insan, kendisi için tehdit oluşturan ve kendine zarar veren birine karşı duygusal bağlılık hisseder? Nasıl olur da onu korumaya çalışır, eksikliğini özlem ile hisseder ve onun ardından yas tutar? Dahası nasıl olur da bir terör esiri, zaman içinde kendisini esir edenlerden birisi haline gelir?

Söylemek gerek ki bu durum insanlarla sınırlı değil, evrimsel tarihin bir parçası gibi görülmekte.

Hayvanlar dünyasından örnek vermemiz gerekirse; baskın bir erkek maymun tarafından saldırıya uğrayan maymunların, saldırıdan sonra kendilerine saldıran maymuna sığındığı görülmüştür. Bunun nedeni ise, şiddete uğrayan maymunun kendi güvenliğini sağlamaya çalışmasıdır. Maymun, bulunduğu ortamdaki en güçlü maymunun hangisi olduğunu öğrenmiştir. Hayatta kalmak için gruptaki en güçlü bireye "biat etmesi" gerektiğini anlamıştır. Yenilen maymun muhtemelen aciz, yaralı, güçsüz olduğu izlenimi uyandırmak için kendisini şiddetle tırmaladığı ve tırnaklarını yediği bile gözlenmiştir.

Stockholm Sendromuna göre, kurban durumunda olan kişi, kendisini tehditle, şiddet yoluyla ve özgürlüklerini kısıtlamakla yoğun strese sokan kişilerin bakış açısını benimseyebilir. Bu durumdan sonra artık onlar bir kurban olmaktan çıkarlar. İçinde bulundukları durum bir süre sonra doğru bir duruma, kendisine kötü davranan insan da aslında yanlış anlaşılmış bir kişiye, hatta bir tür kahramana dönüşür. 

Mağdurların içinde bulunduğu olumsuz koşullardan kurtulma ümidi tükendiğinde göz önünde görünen bu güce bağlanarak her şeyi onun açısından, onun gibi düşünmesi durumunun toplumsal ölçekli yansımaları da vardır. Ezilenler bir yandan bu güç sahibi kişi ya da kişilerin gazabından korkmaktadır.

Ağır stres koşulları altında insan bakış açısı, bu koşulları ve onları yaratanları farklı bir şekilde kavramsallaştıracak şekilde değişir. Hali ile insan bu yeni bakış açısı doğrultusunda davranışlarını da değiştirir.

Ve bu davranıştan da insanları döndürmek yani onları iyileştirmekte zordur. Hatta çok zordur. 

Bazen eşinden şiddet görüp de hala şiddetçi eşi sevdiğini söyleyen ve terk etmeyen insanlar görüyoruz. Bu çoğunun imkanı olmadığı için böyle olduğu düşünülebilir ancak büyük bir çoğunlukta bence stockholm sendromu yaşıyor. Unutmayın hayata bir kere geliyoruz. Ve bunu da iyi ve güzel şekilde yaşamak elimizde. 

Kendine iyi bak sevgili dost..

  

0 yorum