Tanrı'nın Melekleri



Uzun saçlı, uzun kirpikli bir kız çocuğuydu. Öyle güzel, öyle asildi ki, bakanlar bir daha dönüp bakamazdı bile. Söylenenlerin tüm aksine... 

Saflıkla yoğrulmuş bir ışığı vardı ve bakanların gözünü kör ederdi. Masallarda anlatılanların aksine, fiziksel bir özellik değildi ondaki bu güzellik; soyut, dokunulamayacak kadar uzak ama hayran bırakacak kadar etkili bir ışıktı. 

...



Ve dünyaya gelen her kız çocuğu aynı ışıkla merhaba dedi çevresine. Bu saflığın ışığı, temizliğin ve Tanrı'nın sadece kadınlara bahşettiği mükemmelliğin bir simgesiydi. Her çocuk kendi ışığı ile doğardı ama kız çocuklarının ışığı bambaşka olurdu. Bu ışıkta, doğuştan gelen fedakarlık, sevgi ve aidiyetle karşılık özgürlük duygusu bir ömür boyu yaşardı.  Aslında bu daha çok adanmışlık kokardı. 

Hayat Tanrı'nın mucizeleri ile dolu olmasına rağmen, içinde acımasızlıklar da barındırıyordu. Bu acımasızlıklar, etimize battığı kadar ruhumuza da batardı. Ve belki en çok ruhumuza batardı. Ama bu saflık, her kötülüğün de bir nedeni olduğuna inanan bir kalbe hizmet ederdi. İşte bu kötülük iyiliği ayırt edebilmeye yarardı. Tehlikeli yerleri gösteren bir levha gibiydi, görünce uzaklaşırdınız ya da bilirdiniz burası size zarar verecek. İşte kadının ruhu da, Tanrı'nın ona bahettiği bir güzelliğin yani saflığın ışığı altında bu kötülüklerden korunuyordu. Kadının kalbi doğduğunda ona bahşedilen bu güçlerle doluydu. Kötülüğü sezip, sevdiklerini koruyabilme şansı verirdi ona. "Annelerin içine doğar." dendiğinde bilirdiniz ki tehlikeli levhalar belirmiş. Bu yüzden bir erkeğin kas gücünün aksine, çok önceden sezebilme iç güdüsü, kavga başlamadan önce kurtarırdı sizi... Sımsıkı sarardı. Siz çok uzaklardayken bile, duyduğu endişe onu bir gece yarısı yatağından kaldırırdı belki...

Bu saflık ışığının kendini koruyamadığı tek bir şey vardı ki, o da aşk... Tanrı kadını yaratırken mayasına aşka dirençli olmayı eklemeyi unutmuştu. Çünkü aşk, bazen sevgi ile aynı kostümü giyer hile yapardı o saf ışığa. Her güzel duyguya kucak açan kadının kalbi, aşkın hileli yollarına kapılıp giderdi. Şansı varsa kostümünü giymeden dürüstçe gelen bu sevgiyi ölene dek kabul eder, saflık ışığını sonsuza dek yakardı. Ama bir sevgi aldatmacası ile gelen aşkın içine düştüğünde güçlü ışığı titrek bir mum alevine dönmeye yüz tutardı.

Kadın kalbi naiftir, kırılgandır derler. Aslında bunlardan çok, bozulmak istemeyen bir saflığı barındırır içinde. Düşünün ki hep iyi olmak, kötü olana hazır olmamak demektir. Kötü ile karşılaştığında ise beyaza leke bulaşmıştır artık. Bunu çıkarmaya ve öze dönmeye çalışmak, öfke kıvılcımlarına ve kendinden uzaklaşmaya eşdeğerdir. 

Kalbi kırılan ve saflığını bir aldatmaca ile yitiren kadın öfkelidir. Bu öfke, zamanla özünden uzaklaşmasına sebep olur ve bir insan öfke ile doluyken, çağlayarak akan bir şelale gibidir. Ne yapacağını bilemezsiniz ve durduramazsınız. Bu öfkenin durulması ancak sabırla ve sonsuz iyi niyetle gerçekleşebilir. Varoluş nedenimizin iyi olmak, iyiyi aramak, yaşamak ve yaşatmak olduğuna inanabilirsek, kadın ruhuna henüz bir bebekken bahşedilmiş bu güzel duygulara güvenmeyi daha iyi öğrenebiliriz ve bunları bozmamayı da. Aşk adı altında gelen aldatmacaları, tecrübe olarak hanemize yazdığımızda ise tehlike tabelalarını eskisinden daha net görebiliriz. Yani kötünün, iyiyi yaşatmak için bir neden olduğunu görebilirsek mutlu olabilir ve özümüze sadık olabiliriz. 

Hepimiz aynı Tanrı'nın melekleri olduğumuz için belki de "Talmud"da geçen şu söz tüm evreni anlatıyor..."Bir kadını ağlatırken dikkat edin, çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar! Kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı, öyle olsaydı ezilirdi; üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. Ama göğsünden yaratıldı, eşit olsun diye, kolun biraz altından korunsun diye; kalp hizasından sevilsin diye.

Şimdi siz kim oluyorsunuz da bir kadının ışığını soldurup, gözlerine yaşları dolduruyorsunuz?

0 yorum