Hiç düşündünüz mü, su gibi akıp giden zamanın içinde duyduğumuz ve okuduğumuz birçok kavramın, ismin binlerce hatta milyonlarca yıl önceye dayandığını? Buna ilave olarak geleneklerimizi bile ekleyebiliriz. Bütün bunlar günümüz kavramlarıyla harmanlanmış bir şekilde her daim yanımızda.
Size kısacık bir hikaye ile narsisizmin hikayesini anlatmak istiyorum.
Beynimizdeki gereksiz bilgilerden, bir düğmeye basıp kolayca kurtulabilsek güzel olmaz mıydı? Nörobilimde bunun için bir söz vardır; "Beraber ateşlenen nöronlar, beraber bağlanır." Yani şunu demek istiyor; beyninizde bir nöro devreyi fazla çalıştırırsanız, o devre güçlenir. Bir sözü daha eklemeden edemeyeceğim, "Pratik mükemmelleştirir."
Konusu, çok geç olmadan Mars'ta yaşamı bulmak olan bir makaleye rastladım geçenlerde. Bu gibi konulara olan merakımdan dolayıda son bir cümlesine kadar okudum. Sonra düşündüm ki, herkes tüm insanların Mars'a gitmesini istediği gibi, Mars'ta yaşam varsa onu da bulmak istiyor. Yaşam dediysek insan formu değil, bakteri, su falan. Ancak iki isteğin de aynı anda olması sanırım biraz imkansız. Şuan, bildiğimiz kadarı ile el değmemiş bir gezegen ile karşı karşıyayız. Ve orada bulunan hiçbir şeye Dünyadan bulaşan bir şey yok. Size okuduğum bu makaleyi kendi yorumlarımı da katarak biraz anlatmaya çalışacağım.
Çay mı, kahve mi tartışması kadar yoğun konuşulan, belkide çay ve kahve tartışmasından bile daha eskiye dayanan bir konu bira mı şarap mı? Sizce hangisi? Tatları bir kenara yapısal olarak birbirlerinden çok farklı olsalar da bu iki alkollü içeceğin ortak özellikleri var. Vücudu ve sağlığı farklı açılardan etkiliyorlar. Bu güne kadar tartışıla gelmiştir; "Bira mı daha çok kilo yapar?", "Kalbe yararları var mıdır?", "Hangisi daha çok baş ağrısı yapar?" gibi bir çok soru... Burada sizlerle paylaşacaklarım bira ve şarapla ilgili doğru ve yanlış inançlara bilimsel olarak nasıl bir açıklama getirildiği. O zaman esas konumuza başlayabiliriz.
Geçenlerde küçük bir başlık olarak gördüğüm ve araştırmak için merakımı cezbeden bir konu buldum, "Beslenme ile sirkadyen ritmin takım çalışması : Krono-Nutrisyon" Sirkadyen ritmi nedir? Beslenme ile alakası nedir? Araştırdığım kadar sizlere aktaracağım.
Belki sizler de fark etmişsinizdir, "Siber Zorba Olma" kampanyasını. Kısa bir zaman önce başlamasına rağmen Türkiye'nin dört bir yanına yayılmaya başlamış. Nasıl yayılmasın? Bir çok insanın kanayan yarasıdır belkide siber zorbalık. Benim başıma henüz gelmedi ancak gelmeyeceği ne malum... Pek çok kişi bunun ciddiyetinin farkında bile değil. Bu yüzden bir çok gencin hayatı kararıyor, hayatları ellerinden alınıyor. İşte bu kampanya siber zorbalığa karşı ilk duruşumuzdur.
Su insanlar için neyse ekmekte öyledir. Önemlidir. Özellikle halkımız için... Sofraların baş tacıdır. Birçok insan doymaz, doyamaz ekmeksiz. Bizim insanımız da öyle "besin kaynağı" diyerek alelade de tanımlamaz. Bir simgedir. Neyin simgesi derseniz, mesela mücadeledir. Anamızın, babamızın döktüğü alın teridir. Çünkü bir kere kazandıkları paradır "ekmek para"sı. Her akşam eve
Yapılan araştırmalara göre materyalist insanların Facebook arkadaşlarını birer "dijital nesne" olarak gördüğü ve maddiyattan çok sosyal medya üzerinde daha fazla takipçiye sahip olma eğiliminde olduğunun sonucuna varılmış. Yani eklenen yeni "arkadaş" arkadaş değil de daha çok takipçi olarak görülüyor. Öyle değil mi? Hanginiz hesaplarınızda ki arkadaşları ile çok samimi? Günümüzde insanlar dostluklarını değil artık "dijital varlıkları"nı arttırmakla meşguller. Sizce de öyle değil mi?
"Bize hiçbir şey yapılmadı, yalnızca tam bir hiçliğin içine koyulduk, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz."
Stefan Zweig
Belkide hepimizin duyduğu ama pekte okuma ya da araştırma gereği duymadığı bir konu "Maslow'un ihtiyaçlar piramidi." Peki siz kendinizi bu piramidin neresinde görüyorsunuz?
Son zamanlarda neden okuduğuma dair soruları çok duyar oldum. "Neden okuyorsun Monica?" Her gün, her hafta, her ay, her yıl okumak ne kadar da korkutucu geliyor, korkunç demeyelim de, külfet geliyor.
Bir hayvan olsanız ne olurdunuz? Neden? Hiç düşündünüz mü? Bugün, Livaneli'den okuduğum kısa bir öyküyü aktaracağım size.
Hayatın hır gürüne öyle bir kaptırmışız ki kendimizi, elimizden kayıp giden günlerin farkına varamıyoruz. Bir tespih tanesi gibi arka arkaya diziliyor günler. Adeta birbirinin aynısı.
Sabah kalk, kahvaltını et, sonra iş, derken biraz kavga gürültü, biraz sevinç, biraz telaş, bolca fesatlıklar, kıskançlıklar, bir başkasının kuyusunu kazma oyunları ve final akşam.
Çoğu insan televizyon karşısında beyni uyuşmuş uykulu saatler geçirerek, kim kiminle nerede basılmış, kim kiminle fingirdeşmiş gibi kültür düşürücü program ve diziler izleyerek hop yatağa geçecek.
Ne için?
Sarkazm için şöyle diyor Oscar Wilde; "Sarkazm, kıvrak zekanın en düşük biçimidir ancak zekanın yüksek biçimidir." Tabi herkes Oscar Wilde ile aynı fikri benimsemiyor. Çünkü iletişim uzmanları bu tarz ifade biçiminden uzak durmamız gerektiğini düşünüyorlar. Sebebi ise, sarkastik insanlar başkalarına zarar verebilecek aşağılayıcı bir zehre sahip. Haksız da değiller hani.
Belki bir önceki yazılarımda bahsettim, belki de yeni bahsedeceğim. Ne yapabilirim, insanlarda gözlemlediğim psikolojik durumları yazmadan yapamıyorum. Belki diyorum, yazılarım okunur ve birazda olsa insanlara bazı konularda yardımcı olabilirim.
Biliyorsunuz şu an Zülfü Livaneli'nin kitabını okuyorum. Paylaşmak istediğim o kadar çok bölüm var ki. Hangisinden başlasam bilemiyorum. İçlerinde en çok hoşuma giden mini bir hikayeyi sizinle paylaşmak istedim.
İyi okumalar.
Yeni yıla girerken herkes bir hedef belirledi. Daha önceki senelerde yapamadıklarını belki de 2018 hedefi olarak koydu ve bunun için bir liste hazırladı. Bu yeni yılla birlikte sigara bırakılacak, kilo verilecek, bir hobi edinilecek, spora başlanacak...