Modern Narcissuslar




Hiç düşündünüz mü, su gibi akıp giden zamanın içinde duyduğumuz ve okuduğumuz birçok kavramın, ismin binlerce hatta milyonlarca yıl önceye dayandığını? Buna ilave olarak geleneklerimizi bile ekleyebiliriz. Bütün bunlar günümüz kavramlarıyla harmanlanmış bir şekilde her daim yanımızda.

Size kısacık bir hikaye ile narsisizmin hikayesini anlatmak istiyorum.



"Çok eski çağlarda Echo adında çok güzel bir peri kızı varmış. Bu kız kendisine aşık olan kimseye aldırmazmış. Karşısındaki kişinin gücü, zenginliği hiç ama hiç onu etkileyemezmiş. Günün birinde Echo, nehir kenarında gezinirken Narcissus'u görür ve o anda ona aşık olur. Narcissus yakışıklı bir avcıdır. Av sırasında çok yorulmuş, biraz nefes almak ve su içmek için nehir kenarında mola vermiştir. Ancak yakışıklı avcı, Echo'nun ona ilgi dolu bakışlarını görmezden gelir ve onunla ilgilenmez. Hızla yanından geçerek uzaklaşır. İşte Echo için o andan itibaren hayatın bir anlamı kalmaz. Daima Narcissus'u düşünerek günlerini geçirir. Aşkına hiçbir şekilde karşılık alamayacağını anladığında ise, daha fazla dayanamayarak bir mağaraya kapanır ve aşk feryatları içinde intihar eder.

Echo'nun aşk dolu feryatları her yana yayılır ve bu trajedi de bize günümüzde kullandığımız eko kelimesini hediye eder.

Bir diğer perspektife baktığımızda, aşkına karşılık vermediği için Tanrılar Narcissus'a çok kızar ve onu cezalandırır. Her zamanki gibi avda olduğu bir gün Narcissus aşırı bitkin düşer ve dinlenmek için nehir kenarına gelir. Tam nehirden su içmek için eğildiği anda suyun yüzeyinde kendi aksini görür ve donup kalır. Daha önce fark etmediği bu güzellik karşısında büyülenir, yerinden bile kıpırdayamaz, adeta kendi siluetine aşık olur. O ana kadar kimseyi sevmediği kadar çok sever kendini. Tıpkı Echo gibi kara sevdaya düşmüştür. Kendi kendini izleyerek tüm günlerini o nehir kenarında geçirir, ne yemek yer, ne su içer. Ömrünü sudaki aksini izleyerek tüketir ve öldükten sonra bedeni nergis çiçeklerine dönüşür.

Nergis çiçeği de bize Narcissus'dan hediyedir."

Her iki yaklaşım belki doğru olabilir. Ancak şu bir gerçek ki Yunan mitolojisinin çok bilinen bu öyküsünde bulunan özsever kimlik nihayetinde varlığına son vermiştir. Aslında bu öykü "mükemmellik" kavramının kendi kendini imha edişi ile, mükemmellik tanımının içinin ne kadar boş ve manasız olduğunu ispatlayan mitolojik bir trajedidir. İnsan mükemmel değildir, bunu beklemek ve istemekte bir o kadar kusurlu bir yaklaşımdır.

Peki nedir bu mükemmellik? Sözlük anlamına bakıldığında; eksiksiz, kusursuz, tam, yetkin olmak yazdığını görürüz. Çoğu filozofa göre bu niteliklere sahip olmak imkansızdır. Belki zihnimizde hedef olarak konumlandırılabilir ancak pratikte buna ulaşmak mümkün olmayacaktır. Tamamıyla insan tarafından çarpıtılmış bir yorum kalıbıdır. Bu açıdan mükemmellik tam manasıyla birer yanılgıdan başka bir şey değildir.

Mükemmellik yorum kalıbının mayalandığı iki farklı durum vardır. Biri, ya hep ya hiç algısı; "mükemmel, eksiksiz, kusursuz ve tam" kriterlerine dayandığı için süreklilik yönünden imkansızlık arz eden ve sonuç olarak da tatminsizliğe ve mutsuzluğa yol açan bir durumdur. Bir diğeri de,  hepimizin tahmin edebileceği kavram olan, kendini beğenme. Toplumun neredeyse her katmanında bulunan bireylerde, eğitim seviyesinden bağımsız bir şekilde görülebilmektedir. Kendi hal ve hareketlerinin farkında olmayan veya olmak istemeyen , "kendini bilmek" gibi gelişimsel meseleleri özünde bulundurmayan bireylerde görülebilen bir davranış türüdür. Hatta bu, bazı bireylerde kişilik bozukluğuna da sebep olmaktadır. İşte hikayedeki sembolik konumdan beslenerek psikoloji literatürüne "Narsisistik Kişilik Bozukluğu" ya da "Narsisistik Eğilim" olarak girmiştir.

Uzmanlarca da bu kişilik bozukluğu şu tanımlarla ifade edilmekte; "büyüklenme, sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da yüce bir sevgi düşlemleriyle uğraşma, "özel" ve eşi benzeri bulunmaz biri olduğuna ve ancak özel ya da üstün olan diğer kişilerce (ya da kurumlarca) anlaşılabileceğine ve ancak onlarla ilişki kurması gerektiğine inanma, çok beğenilmek isteme, hak ettiği ve her ne istiyorsa yapılacağına ilişkin anlamsız beklentiler içinde olma, kendi çıkarları için başkalarını kullanma, empati yapamama, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini anlamak istememe, sıklıkla başkalarını kıskanma ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanma, başkalarına saygısız davranma, kendini beğenmiş davranışlar ya da tutumlar sergileme..." Adamlar bir paragrafta ne kadar güzel tanımlamışlar değil mi?

Bilimsel sonuçlara göre, narsisizmin kökeninde bireylerin çocukluk deneyimleri öne çıkıyor. Mesela; çok şımartılarak her istediği yapılan, kendisinin üstün olduğu fikrinin aşılandığı çocuklara bir bakın. Her ihtiyacı karşılanan bireyin yeterlilik hissi de törpülenir, tıpkı bu çocuklarda da olduğu gibi.

Mükemmeli arayan davranış eğilimleri, beklenti ve sonuç bağlamında kolay kolay bir doyum sağlayamaz. Bu davranış, kişinin hem kendisine hem de diğerlerine karşı toleranstan uzak duran empati yoksunluğu ile birlikte görülebilir. Oysa ki her olayın içinde bir olasılık kavramı vardır. Her şey dört dörtlük olamaz. Hayatın her alanında pozitif kadar negatif seçenek ve sonuçlarda vardır. Ama narsisistik eğilimlerin baskın olduğu bir birey için tek olasılık mevcuttur. Bunun dışındaki tüm ihtimaller "kabul edilemez"dir ve seçenek olarak bile yoktur. Bu seçeneksizlik hem kişiye hemde etrafına yüklü bir psikolojik fatura ödetir.

Mükemmellik algısı ve özsever eğilimleri nedeni ile kendi konfor alanını tek doğru sayan ve bunu baskı ile empoze eden; hata yapmaktan, diğerlerinin performansının kendisini aşmasından korkan, kendisi ile barışamayan, farklı yaklaşımlara kapalı olan, kısıtlayıcı ve değişime kapalı bireysel algıların hem kurumlara hem toplumlara hem de devletlere ve halklara ne kadar zarar verdiği de bu yazının neticesinde ortadadır. Ben yalnızca okuyup derlediklerimi size aktarmaya çalışıyorum. Biliyorsunuz ki bu insanlar hayatımızın her alanında ve onlardan kaçmamız imkansız.

Bu nedenle dünyanın özellikle az gelişmiş veya klişe bir ifade ile "gelişmekte olan" bir çok yerinde, özellikle kaliteden ziyade kantitenin öne çıktığına, metanın hümanizmi yavaş yavaş yok etmesine, çoğulculuk yerine çoğunluğun hüküm sürdüğü ötekileştirme içerikli zamanlara şahit oluyoruz.

Unutulmamalı ki, gelişmişlik kavramı tek boyutlu ve günlük çıkarlara odaklı yöntemleri içermemektedir. Çünkü insanlık; bilim, akıl ve bilgeliği; bireyselliklerden doğabilecek uyuşmazlıkları ve farklı bakış açılarını sevgi ile kucaklayarak kavrayabilir.

Sevgi ile kalmanız dileğimle.

0 yorum