Başarılı olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!


Şu son yıllarda gittikçe güçlenen bir duyguyla "başarılı olmak" denilen soyut virüsü reddediyorum. Bundan sonra reddetmeye de devam edeceğim. Buna virüs diyorum çünkü "başarı" denilen virüs öylesine yayıldı ve herkesin benliğine öyle bir yerleştirildi ki... İnsanları, böyle bir yaşamın tersinin mümkün olabileceğine bile inandıramaz olduk. Daha çok ün, daha çok para, daha çok insan üzerinde otorite, daha çok şu, daha çok bu... Peki bunlar neye yarıyor? Ya da kime göre, neye göre daha çok? İnsanın duygu düşüncesi mi artıyor yoksa çevresi ile, dünya ile uyumu mu gelişiyor?


Moralinizi bozmak gibi olmasın ama bunların hiçbiri olmuyor!

Sanki "başarılı olmak" herkes için geçerliymişçesine algılanıyor. Günümüzde çoğu insan başarının peşinde delicesine koşuyor. Bu yüzden de herkesi, Amerikalıların kafalarımıza empoze ettiği "kazanan" ve "kaybeden" kavramlarına göre yargılıyoruz. Atın artık bunu kafanızdan. Mevlana dönerken "başarı" peşinde miydi?

Soyut bir nitelik taşıyan şan-şeref-para-iktidar dünyasının pırıltısı yüzünden insanların beyinleri hastalanıyor. Dilleri dolanıyor. Artık herkes birbirinden nefret ediyor. Birbirinin arkasından kuyu kazıp, yine birbirinin yüzlerine samimiyetle bakabiliyorlar. Kıskançlık krizleri geçiriyorlar ve bazen bu krizleri frenleyemeyip etrafa saldırıyorlar. Yani çoğu insan gençlikten sonra ve yaşlılıktan önceki şu kısacık ömrü bir cehennem içinde yaşıyor.

Oysa ki hiçbir "başarı" küçük bir çocuğun gülüşünde ki mutluluğu yaratamaz. Hiçbir "ün" nefes alışımız kadar değerli değildir. 

Birbirini sevmenin derinliği, hiçbir şey ile kıyaslanamaz. Mutluluk, tek ihtiyacımız olan saf, katıksız mutluluk. 

"Başarı" isteyen, daha çok "para" için aklını yitiren insanlar... Buyurun sizi tutmayalım, devam edin. Biz sizlerle aynı yerde yolculuk etmiyoruz.

0 yorum