Keşke bir kuş olsaydım, kanatlanıp uçsaydım yanınıza. Eli kolu bağlı oturmak ne kadar acı. Ne yaparsak yapalım omuz omuza olamadıkça yardımım dokunmuyor gibi hissediyorum. Buna engel olamıyorum.
Hani bir söz vardır, "Nerede bir can ölse oralı olur yüreğim." İşte son günlerde ben hep böyleyim. İnsan olmak için aslında böyle olmak gerekmez mi? Çıkıp da ben insanım diye bazen avaz avaz bağırıyoruz ya. Her bir ağaç yok olduğunda, minicik börtü böceğinden tutun, vahşi canlılarına kadar ölen her bir canlıda sanki insanlığımı yitiriyorum. Kolu kanadı kırılıyor ruhumun.
Hele ki evini, yerini, canı gibi baktığı hayvanlarını yitirmiş insanları izledikçe kanadıma alıp sarıp sarmalayasım geliyor. Geçecek demek istiyorum ama nasıl... Bilmiyorum ama geçecek.
Keşke bir kuş olsaydım, kanatlanıp gelseydim yanınıza. Engel olabilseydim tüm olanlara...
Aslında bu günler önce yazmak istediğim bir yazıydı. Hatta bir kaç yazım vardı paylaşacağım ancak kendimi çokta iyi hissetmediğim ve hastanelerden toparlanamadığım bir hafta içindeyim. Bu nedenle çok afilli cümleler ya da aşırı bilgi içeren bir yazı değil şimdiden bilgin olsun.
Yazıya başlamadan hadi kendine bir keyif çayı koy ve okumaya başla.
Söyleşi türünde yazılmış olan bu kitap Sadettin Ökten ile Kemal Sayar'ın yaptığı radyo sohbetlerinin yazılı hali. Sohbetler, ruhun inceliklerini merak eden herkese kucak açıyor. Bu kitabın amacı; sözün uçup gitmesine karşı onu yazıya geçirmek. Bu iki kıymetli kişinin hayata ışık tutan söylemlerinin, paylaşmaktan çekinmedikleri tecrübelerinin kağıtlara sarıp sarmalanmasıyla elimize ulaşıyor.
Sizlerle bir kaç paragraf paylaşmak istiyorum.
Yazmıyorsun. Yoksa yazmaktan vaz mı geçtin? İlham gelmiyor değil mi? E tabi bıktın.
Hepsine cevabım sadece "hayır". Günün sonunda burası tek kişilik bir blog sayfası ve benimde bir hayatım var ve en önemlisi de hayatımın yarıdan çoğunun dolduran bir işim. Kendime yarattığım nadir anlarda sadece kitap okudum ve birazda kafamı dinledim. Hepsi bu.
Uzun zamandır yazı yazamıyorum. Kalemim tükenmiş gibi hissediyorum. Ya da bunun gibi bir şey bilemiyorum.
Ancak bugün kalbimin bir türlü inanmadığı bir şeyi gördüm. Tekirdağ'a yosun kokan yollarına gittim ve denizin o hali bir türlü içime sinmedi. Bunu yapanların yüreklerine nasıl siniyor anlamıyorum. Doğayı neden bu kadar katlediyoruz? Yaşamamızın en temel kaynağına neden böylesine hırçın saldırılar yapıyoruz? Bu sorular ve daha fazlası kafama üşüştü bugün. Dayanamadım da öyle görmeye... Yüreğim paramparça evin yolunu tuttum. Gerçekmiş...
Güneş açmış, kuşlar ötüyor, tüm doğa uyanmış insan evladını çağırıyor adeta. Ve bizler bu güzel günlerde evlerimize kapanıyoruz pandemi yüzünden. Tüm dünyanın aşılandığı hem de maskeleri attığı bir dönemde...
Tanrıların ve kralların hüküm sürdüğü topraklarda babasının hoşnutsuzluğunun gölgesinde büyüyen Patroklos, kendisinin tabiri ile çelimsiz, beceriksiz ve silik bir evlattı. Çocukluğunda işlediği bir suç yüzünden sarayından uzak yerlere sürüldüğü zaman bile bir ölümlü olmanın ağırlığını üstünde hissederek ufacık bir itirazda bile bulunmadı. Hayatı için hiç söz sahibi değilmiş gibi davranan Patroklos, aksi gibi bu durumu düzeltmek için bir çaba sarf etmedi.
Günü tamamen uyumadan geçirsem de bazen zamanın yetmediği hissine kapılıyorum. Hani olur ya yapılacakları tamamlamış olsak da hemen üstüne eklenenleri düşününce, o upuzun yapılacaklar listesi altında ezilme hissi... Tüm bu koşuşturma arasında kendime, ne zaman az da olsa bir vakit ayırabileceğimi bilememenin yarattığı baskı altında olma hissi...
İlk covid vakası 11 Mart'ta yayınlandı yani neredeyse 1 yıl 1 ay olacak. Eğer son günlerde zamanın ne kadar hızlı geçtiğini düşünüp şaşırıyorsan, yalnız değilsin. Yakın tarihlerde yapılan bir araştırmada, katılımcıların %80'inden fazlasının sosyal mesafenin zaman algısını bir şekilde değiştirdiğini düşündüğü görüldü. Son günlerde bende aynı durum içindeyim. Ya zaman çok hızlı akıyor ve farkına varamıyorum ya da zaman bir yerde donup kalıyor çok sıkılıyorum.
Nisan ayının son günleri - 2021
"Oğlum bitmiş. Beni affet..."
"Kaç gündür siftah etmeden dükkan kapatıyorum."
Bu sözler Mersin'in Mut ilçesinde eşini hastalıktan kaybetmiş bir babanın tek çocuğuna intihar etmeden önce yazdığı son sözler.
Heraklitos'un dediği gibi "Her şey değişir, akar."
Her şey bakış açımız ile değişir, şekillenir. Bu akışın önünde olmak mı ya da akışla beraber hareket etmek mi? Neyi seçerdiniz? Şuan yaşadığımız bu izolasyon döneminde kendinizi nerede görüyorsunuz? Şimdi içine bak ve sor. - Akışla mı hareket ediyorum? Akışa karşı mı hareket ediyorum? Yoksa akışa rağmen mi hareket ediyorum? -
Günaydın mı? İşimin başına oturmalıyım. Kahretsin! Geç kalmışım. Gece yarısına kadar işlerimi tamamlamaya çalışıyorum ama kimse bana yardım etmiyor. Yardım olmadan hareket edemiyorum. Nerede yanlış yapıyorum acaba?
"Fotoğraf tarafımıza aittir, beğenen kullanabilir"
"Küçükken çekilen acıların ateşi kolay sönmüyor, kolay unutulmuyor ve izlerini hayatımız boyunca üstümüzde taşıyoruz.
Aşk yakıyor.
Ayrılık kavuruyor.
Aldatmaksa hep çok acıtıyor.
Bize çocukluk acılarını tekrar yaşatacak kişileri gözünden tanır, başkasına değil, ona aşık oluruz. Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize.
Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır. Yine o evlerde yaralanır, o yaralarla büyür, sonunda o yaraların götürdüğü yere gideriz. Ancak mutluluk her zaman o yolda değildir..."
-Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
...
Hani bir roman okudum hayatım değişti dersiniz ya. İşte bu romanda öyle. Gülseren Budayıcıoğlu "İstanbullu Gelin" dizisinin öyküsünün yazarı olarak bilinsede aslında kendisi bundan çok daha fazlası. Bildiğim ve şuana kadar dört kitabı olan bir yazar ve Türkiye'nin ilk psikiyatri merkezi Madalyon'un kurucusu.
Git gide yalnızlaşan insanlara takılıyor gözüm bu aralar. Ve bu yalnızlık kavramına bakarken genellikle yüzeysel olan "bedensel yalnızlık" ile ilgileniyoruz. Dolayısı ile, yalnızlık korkusu olan insanlar, bundan da davranışsal olarak sıyrılmaya çalışıyor.
Bugüne dek hiç bilinmeyen ve solunum yoluyla yayılan bir virüsle karşılaşınca paniklemek çok normal. Ancak yaşanılan ilk şokun üzerinden yaklaşık olarak bir yıl geçti.
Sanırım artık ilk günlere kıyasla virüsü daha iyi tanıyoruz. Bilimsel çalışmalarda ve deneme yanılma yöntemiyle uygulanan tedavilerde de belirli bir ilerleme sağlandı.
...Ruh'un daha neyi deneyimlemesi gerekiyordu?
Hangi tekamül aşamalarından geçerek olması gerekeni gerçekleştirecek ve olması gereken olacaktı?
İşte vakit artık geldi.
Ruh dünya da var olmak için inecek ve bedenlenecek ama neye göre?
Ne yaşaması gerekiyorsa o şartlara, o döneme, o genlere uygun birer ebeveyn seçerek gelmeli dünyaya.
Ve hayat yolu çizildi.
9 ay sonra da bedenleşti ruh.
Hoşgeldi...
Kimisi ömür boyu beraberlik yemini ettiği eşi tarafından, kimisi öz babası tarafından, kimisi sevdiği erkek tarafından ya da bir zamanlar sevdiği erkek tarafından; hadi bunlar da olmadı, amca, kardeş, enişte gibi erkekler tarafından katledilen 408 kadın... Onlar 2021 için dilek tutamayan 2020 de katledilmiş kadınlar... Belki şuan hayatta olan ama ölümü ensesinde hisseden yüzlerce kadın da yeni yıla girerken yine o güzel hayalleri kuramadı.
...Bir daha dönmeyecek olanı özlemek başka hiçbir özleme benzemez, her özlem içinde minicik de olsa bir umut barındırırken, özlemin böylesi içine bir damla ışık sızmayan zifiri karanlık bir oda gibidir, karanlıktan başka hiçbir şey yoktur.
Hiçbir şey.
Sadece karanlık...
Son zamanlarda kendi aramızda çok konuştuğumuz bir konu oldu bu. Sözde kalmasın istedim. Gelin hep birlikte pandemiden sonra hangi alışkanlıklarımız değişecek bir göz atalım.
Gene sıkıcı bir gün başlamıştı adam için. Zaten düğününde takılan kıytırık altınlara çok sinirliydi, birde sabahın köründe kalkıp işe gitmek için hazırlanıyordu.
Yüzünü yıkarken bir iç çekti. Bu korona belası da bir an önce bitseydi keşke.
Aynada ki bu yorgun gözler kimin?
Zamanın unutulduğu günlerde, uzak ülkelerin birinde insanlara hep zulm eden bir ejderha yaşarmış. Çalışan insanların emeklerine göz diker, evlerini yakıp yıkar, köylerini talan edermiş. Günlerden bir gün, bir savaşçı çıkagelmiş. Tüm cesareti ile ejderhanın inine doğru yol almış.
Uzun zamandır kişisel gelişim kitapları okumaktan edebi eserlere pek zaman ayıramamıştım açıkçası ve kişisel gelişime biraz ara verip tekrar roman okumaya karar verdim. Başlangıcı da Ayşe Kulin'den seçtim. İyiki de öyle yapmışım.
Ayşe hanımın kitaplarının neredeyse çoğunu okudum. Hatta okuduğum üniversitede, organize edilmiş imza gününe bile katılmış bu naif kadını yakından görme fırsatı yakalamıştım.
Bir Ayşe Kulin olamasamda bir gün bende kitaplarımın okunduğunu görmek ve bilmek isterim.
Gelelim kitaba, anlatmak ve yorumlamak oldukça zor olacak. Hayal kitabı 1983 yılından 2013 yılına kadar olan kitapları ve hayatı ile ilgili yaşadıklarını anlatan bir anı kitabı niteliğinde. Belkide zor dememin nedeni budur.
İnsanın hayattaki mutluluk tanımı nedir? Mutluluk batı dünyasının bir bulgusu mu yoksa ben merkezci bir anlayışın sonucu mu? Mutluluk denilen şey elle tutulamasa da insan yaşamındaki yansımalarını gözle görmek, hatta bilimsel yöntemler ile ölçmek mümkün. Bilimsel yöntemler bir yana belki de bunun cevabını en doğru şekilde verebilecek olan şey insanın iç sesidir.
Bugün kıssadan bir hisse okuyalım istedim. Haydi lafı uzatmadan okumaya başlayalım.
Hayatta "mutluluğu" aramamız gibi dört gözle beklediğimiz hayatımızın aşkının peşinden koşar dururuz. Ama zaman ve tecrübeyle, başkaları tarafından anlaşılmamızın, sevilmekten daha önemli bir olgu olduğunu anlarız. İlk başta ve belki de en çok odaklandığımız konu "sevilmek istiyorum" düşüncesidir. Ancak, her zaman sonunda kazanan tek şey "anlamanı istiyorum" prensibidir. Ya da en azından bunu sağlayabilecek bir şeydir.
Bugün sizlerle hayatımızdaki seçimlerle ilgili konuşalım istiyorum.
Daha doğrusu uzun bir monolog olacak, sizler okuyacak ve ben ise yazacağım.
Lafı uzatmadan başlayalım sevgili dostum. Geriye dönüp baktığımda verdiğim büyük-küçük her türlü kararın sonucu, birer puzzle parçası gibi birbirine ilişerek aslında bana ait bir hikaye oluşturmuş ve o hikaye de hala devam ediyor. Bu hikaye öyle bir hikaye ki bazen "keşkelerle" şekillenirken bazen de "iyi'kilerle" yoluna devam etmiş. Farkında olsam da olmasam da verdiğim her karar beni bir yol ayrımına sürükledi ve ayrımlarda takındığım tavırlar ise "tecrübe" çatısı altında birikti.
İyisi ile kötüsü ile ardımızda bıraktığımız 2020 için konuşacağız bugün.
Tahmin ediyorum ki kötü geçtiği için bize bir şey anlatma diyeceksiniz ama 2020 her alanda yeni fikirlere kapıları açan bir yıl oldu. Bu esnada da iş dünyası, oluşan bu yeni trendlerden, yeni fırsatlar yaratarak farklı değerler ortaya koymaya çalışıyor. Aslında yeni trendler diye bahsedeceğimiz olaylar ve kavramlar hayatımıza tam olarak şu anda girmiş olmasa da yıllar boyu seyreden büyük toplumsal, ekonomik ve ekolojik değişimler bu trendlerin yayılmasını ve belirli zamanlarda, hatta belirli anlarda yaygınlaşmasını sağladı.
Yeni yılın ilk ayını yavaşça gerimizde bırakırken 2020'de öne çıkan bu trendlere bir göz atalım.