Şu son yıllarda gittikçe güçlenen bir duyguyla "başarılı olmak" denilen soyut virüsü reddediyorum. Bundan sonra reddetmeye de devam edeceğim. Buna virüs diyorum çünkü "başarı" denilen virüs öylesine yayıldı ve herkesin benliğine öyle bir yerleştirildi ki... İnsanları, böyle bir yaşamın tersinin mümkün olabileceğine bile inandıramaz olduk. Daha çok ün, daha çok para, daha çok insan üzerinde otorite, daha çok şu, daha çok bu... Peki bunlar neye yarıyor? Ya da kime göre, neye göre daha çok? İnsanın duygu düşüncesi mi artıyor yoksa çevresi ile, dünya ile uyumu mu gelişiyor?
Zülfü Livaneli'nin kitaplarında okuduklarımın hepsini ayrı ayrı seviyorum ama bu kitap gerçekten hepsinden de başka. Daha yeni başlamama rağmen ilk sayfalarında akıcı diline, konusuna hayran kaldım. Bitirmeyi de bekleyemedim kitap tanıtımım için. ☺ İçimdeki hislere böylesine tercüman olan bir iki sayfalık kısmı size aktarmak istiyorum. Lafı uzatmadan sizleri Livaneli'nin kaleminden dökülen cümlelerle başbaşa bırakıyorum.
Bir kaç ay önce Youtube'da izledim Barış Özcan'ı ve o an takip etmeye başladım. Çünkü kanalında yayınladığı video içerikleri o kadar güzel, bilgilendirici ve o kadar akıcı bir anlatıma sahip ki. Bence bir an önce sizde takip etmeye başlamalısınız.
Bu makalemde kısaca "Barış Özcan kimdir?" buna değineceğim. "Neden bu makaleyi yazıyorsun?" derseniz, geçen günlerde bütün videolarına kendini kaptıran eşimin sorusu üzerine başladı herşey. "Bu adam kim? Bu adamın videolarının içeriği çok güzel." İşte bu sorulardan sonra karar verdim. Blog yazılarımda "Youtuber dosyam" başlıkları altında beğendiğim youtuberları tanıtmaya. İlk olarak da Barış Özcan'la başlıyorum.
Tanrı'nın formülü kitabını okuduktan sonra isminden dolayı etkilenip aldığım kitaba başladım. İsminden dolayı diyorum çünkü bir beyaz yakalı olarak "Pazartesi sendromu"nu duymadığım tek bir hafta başım bile olmadı. Bana sorarsanız benim Salı sendromum var.
Kitaba değinecek olursak, kitapta işleneceğini herkesin bildiği ve tuhaf bir şekilde engellenemediği bir namus cinayeti anlatılıyor. Kitabın yazarı Gabriel Garcia Marquez çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce işlenmiş bir cinayeti aktarıyor. Sadece cinayeti anlatmakla kalmıyor arka planda toplum psikolojisini, halkın ortak davranışlarını bire bir aktarıyor.
Kitabın daha ilk sayfalarında öğrendiğimiz cinayeti, Marquez öyle bir dille anlatmış ki, cinayetin şekli son sayfalarında anlatılsa da son sayfaya kadar bir an olsun sıkılmadan okuyorsunuz. Bu zaten bilinen bir gerçek, esas önemli olan bunun bilinmesinin cinayetin önlenmesi için hiçbir katkı sağlamaması.
Son yazımın üzerinden yaklaşık bir hafta geçti. Evet bende bu grip illetine yakalandım. Havalar yüzünden azizim bir sıcaktı bir soğuktu derken, ne giyeceğimizi şaşırdık. Terledik, üşüdük sonunda hastalığa açtık kapımızı. Başta çabuk geçer sandım ama bu hafta da tekrar edince soluğu hastanede aldım. Yataklara düştüm, doktor bana bir çare... Neyse soğuk algınlığı ilacının üzerine bir kaç tane daha ilaç aldım ve eve döndüm. Sağlıklı olmak hiç bir şeye değişilmiyor, sağlığımın değerini bir kez daha anladım. Bir an önce iyileşmek istiyorum.
Peki eski griplere oranla bu insandan geçmeyen hastalık nedir? İsmi, cismi var mıdır? Bu sene de ilaç şirketleri için ne tür grip salgınlarına kapımızı açtık? İşte onu bu hasta yatağımda çok araştırdım. Sanırım tam bir adı yok.
Elon Musk'ın hayatı ile ilgili derlediğim yazıyı okumuşsanız biliyorsunuzdur. SpaceX için kısaca tekrar değinmek gerekirse, Musk, Paypal şirketini Ebay'e satmıştı ve bu satıştan kazandığı parayı uzay seyahatleri üzerine kurduğu hayaller için harcamak istiyordu. Tabi önce bir takın ufak deneyler yapacak, uzaya ilk önce fare gönderecekti. Ancak Rusya'dan satın alınacak roketin fiyatı ile ilgili bir uzlaşmaya varamadılar. İşte o anda 8 milyon dolar vererek bir roket almak yerine 100 milyon dolar harcayarak SpaceX şirketini kurdu. Tabi bu süreçte sayısız zahmet ve eleştiri ile karşı karşıya kaldı ama bunlar onun pes etmesine sebep olmadı. İyi ki de olmadı çünkü şuan şirketin geldiği nokta dünya için adeta yeni bir çağ kapısını araladı, uzay yolu...
Çayınız demlikte, sıcacık evinizde ve bir de kitap elinizde... Üzerinize de yumuşacık bir battaniye sermişsiniz.
Kışın kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı bu günlerde iyi bir kitap alın ve kendinizi sayfaların akışına bırakın. Bana göre kışın kitap okumak daha güzel ve huzur verici. İşte bu soğuk kış günleri güzel kitaplar okumanız ve günlerinizi daha verimli hale getirmeniz için birbirinden güzel kitap önerilerini bendeniz Monica sizler için derledi.
Zamanımızın büyük bir kısmı iş yerinde, iş arkadaşlarımızla geçiyor. Bazen sabahlara kadar çalışıyoruz ve bazen hafta sonlarımızı bile birlikte çalışarak geçiriyoruz. Farklı görüşleri savunuyor olsakta yinede aynı ofisi paylaşıyor ve çalışıyoruz. Bu kadar çok vakit geçirdiğimiz kişilerle olan ilişkilerimiz de hali ile çok önemli. Sağlam arkadaşlıklar bireye, işe ve kuruma katkı sağlarken, çürük ilişkiler hem çalışana hem de firmaya büyük zararlar veriyor.
Müzik kelimeleri olmayan, duygu ve düşüncenin dili. Ruhumuzun gıdası. Milyonlarca insanın tek ortak noktası. İyi ki var.
En ilkel uygarlıktan tutunda en gelişmiş uygarlığa kadar bütün toplumlarda yaşamın bir parçasıdır.
Sevdiğiniz bir müziği dinlediğinizde kendinizi birden enerji dolu, cesur ve huzur bulmuş hissedersiniz. Hissettirdiği bu güzel duyguların yanında zekamızı da geliştirir. Yani sadece müzik deyip geçmeyin. Her bir parçanın beynimize farklı etkileri var.
Kıskanmak, hayatımızın neredeyse yüzde seksenini kaplıyor. Kıskançlık yapmadan yaşadığınız bir gününüz var mı? Ya da 5 dakikanız? İşte bu kadar hayatımızın içinde bu duygu. Şimdi diyenler olur, "Yahu Monica o kadar hayatımızda diyorsun, yüzde yüz gibi anlatıyorsun. Halbuki sen yirmilik bir eksiklik bıraktın." Ben o yirmilik kısmı uykuya ayırdım ama uykusunda dahi birilerini kıskanan varsa bilemeyeceğim. ☺
Kıskançlığa değinirsek; kimi insanların bazen sahip olduklarına bazen de sahip olamadıklarına karşı hissettiği karışık, garip, yoğun bir histir. Tabi kişisinden kişisine değişir. Hatta ve hatta bir rivayete göre bazı insanlar kıskanmazmış. Bulursanız bizde tanımak isteriz. Madalyasını bile hazırlar veririz.
Kıskançlık, dünyanın en büyük duygusal problemi olarak seçilmiş. Önüne geçebilen henüz yok. Uzmanlara göre, bu duyguyu 2 yaşından beri yoğun bir şekilde yaşarsak, psikiyatrik bozukluklara sahip oluyormuşuz. Yani aşırı derecede şüphe etmek, kuşkulanmak vb...
Günümüzde belkide en çok karşılaşılan bir vak'adır; histrionik kişilik bozukluğu. Yani namı değer drama kraliçesi, gösteriş manyağı, ilgi delisi. Bunlar çoğaltılabilir tabi ki. Bu tarz insan davranışları genellikle kişilik bozukluğu altında kategorize ediliyor. Ergenlikte baş gösteren bu bozukluklar, ilerleyen yaşlarda daha çok ortaya çıkmaya başlıyor. Bu gün yazımda size biraz bu hastalığı anlatacağım.
Bu hastalığı yaşayan insanlar etrafından sürekli ilgi bekler ve aşırı duygusal bir durum sergilerler. Çok üzülerek belirtmek zorundayım ki bu hastalık en çok kadınlarda görülüyor. Bazen tek bir kişiden istenen ilgi bazı kadınlarda ise herkesten bekleniyor. İtiraf edin, sosyal yaşamınızda ilgi görmek için çok garip tavırlar sergiliyorsunuz. Yeterli ilgi göremediğinizde şikayet ediyor, bazen ağlıyor aşırı duygusal tepkiler veriyorsunuz.
Dünyadaki en önemli özellik belki de karakter. Ve belki de edinilmesi en zor olan özellik. Herkes gerçekten güzel bir karaktere sahip olamıyor. Karaktersizliğin olduğu noktada da ahlak bir şekilde yok oluyor. Bu ikisinin gerçekten birbirini tamamlayan zincirler olduğunu düşünüyorum. Ama ikisini de karıştıran o kadar çok insan gördüm ki. Karakter ne, ahlak ne, nedir, bilincinde bile değil. Hatta insanlıktan bir haber.
Bazen, insan nasıl böyle karaktersiz olabilir, diye düşünüyorum. Belki altında psikolojik bir neden olabilir. Belki de komplekslidir veya kıskanma duygularından arınamamıştır. Mesela düşününki bir insan her yerde saygı görürken, bir insan da kendini kabul ettirmenin ezikliği içinde yaşıyor. Kabul edilmek içinde yapmadığını bırakmıyor. Belkide bu noktada ahlak kırılıyor, karaktersizlik baş gösteriyor. Tahminimce... Her ortamda kabul görmek olanaksızdır. Herkesin de size saygı duyması... Bazı şeyler oluruna bırakılınca güzel.
Yıllar önce okuduğum bir makalede anlatılıyordu 'Ben dili'nin önemi. Ne kadar zor olsa da gündelik hayata uygulamak, çabaladığınızda güzel sonuçlar elde edebildiğiniz bir olay. Ben şahsen kullanmaya dikkat ediyorum. Tabi, 'Monica sen hiç çileden çıkmıyor musun?' diye sorarsanız. Evet çoğu zaman çileden çıkıyorum sonra ne ben dili kalıyor ne sen dili, öyle ortaya bodoslama bir şeyler söylüyorum. Nihayetinde insanız.
Aslında gündelik hayatımıza tamamı ile oturtabilsek; eşimizle, arkadaşlarımızla, ebeveynlerimizle ve çocuklarımızla olan iletişimimizi doğru bir yola sokabiliriz. Hatta tüm hayat cennet olur. Doğru bir iletişim her zaman uzlaşmayı ve sorunları kavga etmeden çözmemizi sağlar.
Şaka şaka şuan öyle bir durum yok tabiki. Mutlu mutlu yatırımlarınızı yapmaya devam edebilirsiniz. Ama aptal da değilseniz az çok anlayabilirsiniz. Bitcoin adeta bir balon gibi şişiyor, değerine değer katıyor. Hatırlatırım ki önceki yazımda da belirttiğim gibi BTC'nin üzerinde herhangi bir devlet kontrolü yok. Her an sizi batırabilir. Ne kadar çok alımının düşük olduğu zamanlarda almamayışıma sitem etsem de, sonunu iyi görmüyorum. BTC borsası belki tepe taklak olmazda, bir çok kişinin hesabı çalınabilir. Sonuçta siber alemlerde sizlerden daha akıllı insanlar var.
Onca düşünceden sonra yine kararımı kara gün dostu altından yana kullanıyorum. Kısa vadede çok karlı değil ama uzun vadede karlı bir yatırım aracı bence. Yine de yok ben BTC alacağım turnayı gözünden vuracağım derseniz, dikkat edin derim o turna belki siz olursunuz.
Son zamanların belkide en popüler adamı Elon Musk. Güney Afrika asıllı Amerikalı mühendis, mucit, yatırımcı ve girişimci. Ben ona gelecekten gelen adam diyorum. Gelecekle ilgili hayalini kurduğum çoğu şeyin mucidi ve bu yolda gümbür gümbür ilerleyen hepimizin ufkunu açan adam.
Elon Musk'ı tanıtmaya başlarsak, SpaceX'in kurucusu ve Tesla Motors ile PayPal'ın kurucu ortaklarındandır. SpaceX'te CEO ve baş tasarımcı; Tesla Motors'da başkan, CEO ve ürün mimarı olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda da SolarCity'nin de başkanıdır.
"Rab mahirdir ama zalim değildir. Doğa sırlarını sinsiliğinden değil özündeki yüceliğinden dolayı saklar."
Albert Einstein
Geçen ay aldığım kitaplar içinde olan ve okumak için sabırsızlandığım bir kitap "Tanrı'nın formülü". Bildiğim bir yazar değildi, kitabı tanımına göre aldım. Aslında kitabın olay örgüsünde Einstein'in olması merakımı cezbetti desem daha iyi olur.
Bülbülü Öldürmek isimli kitabı bitirdikten sonra, tabi ki her zamanki gibi bir hafta kitaba saygımdan hemen yeni birini okumaya başlamadım. Kitap 552 sayfa ama tek nefeste okunabilecek türden. Macera had safhada. Okurken film izliyormuş gibi hissediyorsunuz. İlk başta teorik kuramların olacağını sanmıştım ama film kurgusunda bir roman yazılmış. İçeriğinde anlatılanlar çok kolay anlaşılıyor.
Çerkezköy ve Silivri arasında yapılması planlanan ve iki ilçede de halkın büyük tepkisini çeken kömürlü termik santralin imar planları değişti. Büyük ihtimal duymuşsunuzdur. Santralin konumu için bahsedilen yer Pınarça ile Sefaalan arasındaki ormanlık alan olarak belirlendi. Çerkezköy ile Kapaklı arasında yer alan bu ormanlık araziye yapılması planlanan kömür santralinin binlerce insanın yaşadığı bu yerlerde geri dönüşü olmayan hava kirliliğine neden olacak, bir de bu uzun ömürlü doğa tahribatına ilave olarak binlerce ağaç kesilecektir. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi kömürlü termik santralin insana ve doğaya verdiği zararın hiç bir şekilde geri dönüşü yoktur. Bütün dünya ülkeleri bu enerjiyi kullanmazken, alternatif enerji kaynaklarına yönelip onlara yatırım yaparken neden termik? Ve neden Trakya?
İnternet dünyasında son zamanların en popüler yeni para birimi Bitcoin. Son bir kaç zamandır benimde dikkatimi çektiği için bir araştırma yaptım; nedir, nasıl kazanılır, nasıl kullanılır. Son bir haftada bu konu ile ilgili izlediğim videolarda, insanlar Bitcoin'i yiyecek satın almak için kullanmaya çalışıyorlardı. Sanırım önümüzde ki 10 yıl içinde bir çok mağazada Bitcoin ile alışveriş gerçek olacak. Belki şuan da gerçekleşmiştir bile. Bitcoin, beraberinde birçok tartışma ve hukuki olayı beraberinde getiriyor olsa da, son zamanların en popüler para birimi ve büyük firmalar tarafından kullanımı desteklenmekte.
Peki tam anlamı ile nedir bu Bitcoin?
Geçenlerde izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum.
Bir atletizm efsanesi olan Jesse Owens'in hayatı Stephan James oyunculuğunda "Race" ile sinema perdelerinde... Bu filmde Adolf Hitler'i kendi evinde yenilgiye mahkum eden siyahi oyuncunun inanılmaz zafer öyküsü anlatılmaktadır.
"Jesse Owens" adı, spor dünyasında bir şampiyondan daha çok şeyi ifade eder. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi atletlerinden biri olduğunu demek dahi onun taşıdığı büyük anlamı ifade etmeye yetmez. O, nazizmin 'ari ırk' söylemini boynuna astığı şampiyonluk madalyaları ile çürüten biridir. Bir insan hakları savaşçısıdır. Kendi ülkesinde bile uğradığı ayrımcılığı umursamadan ülkesinin bayrağını gurur duyarak dalgalandıran bir vatanseverdir.
Atatürk'ün askeri dehası ve devrimci devlet adamı kimliği ile başardıkları dünya genelinde tarihçiler ve siyaset bilimciler tarafından analiz edilmiş ve bu analizlerden bir çok kitap derlenmiştir. Atatürk'ün liderliğinden herkesin öğreneceği birçok değerli ders vardır.
Tarihçi, gazeteci, yazar Austin Bay, Atatürk'ten liderlik dersleri adındaki kitabıyla ilgili verdiği bir röportajında Atatürk'ü 20. yy. en başarılı devrimci lideri olarak tanımlamıştır. Ne Vladimir Lenin, ne Mao Tse-tung, Ne Ho Chi Minh, ne de Gandhi... Kazanılması imkansız bir savaşı Kurtuluş Savaşı'na çevirerek tüm dünyaya, hem de saltanatı, hilafeti kaldırarak ve milli egemenliği ilan ederek padişah yandaşlarına ve mandacılara olağanüstü devrimini kanıtlamıştır. Hem içte hem dışta vermiş olduğu zorlu mücadelenin sonucu modern Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Ardından, Cumhuriyet'in ilk yıllarından yaşamının son günlerine kadar ki o süreye sığdırdığı onca devrim, "Atatürk'ün yalnızca büyük askeri stratejist olduğunu değil, aynı zamanda usta bir siyaset stratejisti" oldğunun da kanıtıdır.
"İstediğin kadar saksağan vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır."
...
"Bülbülü Öldürmek" uzun zamandır okumak istediğim ancak bir türlü okuma sırası gelmeyen bir kitaptı. Okumaya başladığımda ise kendimi bambaşka bir coğrafyada ve bambaşka bir zaman içinde dolaşırken buldum. Bülbülü Öldürmek; keşke hiç bitmesin dediğim kitaplardan. Bittiğinde de zaman zaman sayfalarında gezinerek anısını tazelemeyi düşündüğüm bir roman. Anısı içinizde her daim taze kalacak kitaplardan.
Bülbülü Öldürmek - Harper Lee 1960 yılında yayımlamış bir kitap. Yayımlandığı günden bu güne kadar çok ses getirmiş, yayımlandığı zamanda yazması ve okuması büyük bir cesaret gerektiren bir kitaptır. 1930'ların Alabama'sında geçen bu eserin içinde hayata dair pek çok ipucu bulmak mümkün. Roman temelde Scout adlı anlatıcı karakterimiz, ondan bir kaç yaş büyük ağabeyi Jem, yakın arkadaşları Dill ve avukat olan babaları Atticus'un hikayesini içermekte. Bu dört ana karakter etrafında; ırkçılık, adalet, özgürlük, eşitlik, cinsiyet, ayrımcılık ve büyümek gibi hassas konuları sade ancak çok etkili bir dille ele alıyor yazar. Bütün yaşananları bir çocuğun gözünden aktarıyor.
Uzun zaman oldu bir şeyler yazmayalı. İşte bu uzun zaman içinde gözlemlediğim bir takım olaylar oldu, neredeyse herkeste olduğunu fark ettim. Çağımızın hastalıklarından biri olarak sayıldığını fark ettim.
Mesela hastalığı şu günlük cümlelerle tanımlayabiliriz; "Hayır, böyle olmaz yanlış yapıyorsun; Neden benim dediğim gibi yapmadın ki; Sakın ama sakın bir daha bu hatayı yapma..." Bir yerden tanıdık geldi mi? Evet, bu cümleler bir kontrol manyağına (control freak) ait cümleler. Bugün bu konudan biraz bahsetmek istiyorum. Kimdir bu manyaklar? Neden her şey kontrolünde olsun isterler? Bir bir yazacağım.
Önceki yazımda da belirttiğim gibi Trakyayı yok etmeye çalıştıklarını hala düşünüyorum.
Yıllarca bir çok medeniyete beşiklik etmiş Trakya gerek insanı ile gerek havası ile ve gerekse doğası ile huzurun, sevginin ve paylaşımın tek adresi olmuştur. Kim ne derse desin, Trakya insanı sevecendir, alyanaktır, her daim güleçtir. Doğasına sevdalı, rahatına düşkündür...
Şimdi gelmişler rahatımızı bozmak istiyorlar. Bu yapılan katliam değilde nedir?
Doğaya, tarıma yapılacak her katliam insana da dönecektir bir gün. Sırf daha fazla kazanmak için geleceği tehlikeye atanlar, verecekleri zararın nokta kadar farkında değiller.
Trakya halkı termik santral istemiyor!
İnsan doğası gereği hep bir kıyaslama içerisinde yaşar. Bu çoğu zaman kişiler tarafından fark edilmeden gerçekleşir. Özellikle nesnel olarak algıladığımız her şeyi kıyaslarız. Tabi ki herkes "daha iyi"yi ister. Daha iyi bir ev, daha iyi bir iş, daha iyi bir maaş, daha iyi kıyafetler... Peki ama kime göre, neye göre iyi?
Kıyaslama yapmak zamanla kontrolden çıkabilen bir davranıştır ve toplumsal yaşamın üzerimizdeki etkisini gözler önüne serer.
Sonuçta insanoğlu, ister istemez etrafından etkilenir. Sanırım bu dünyaya gözlerimizi açtığımız ilk günden itibaren süregelen bir olay. Kadınlar mağaralarının büyüklüğünü, erkekler avcılığının yırtıcılığını, kendi bilek güçlerini kıyaslar mıydı bilinmez ama kulağa çok da uzak bir ihtimal gibi gelmiyor.
İnsan yeniliklere çok çabuk ayak uydurabiliyor ve zamanla faydalı veya eğlenceli olan her şeyi kendi aleyhine çevirmeyi başarabiliyor. Olduğundan farklı ve abartılı görünmeyi seven insan canlısı için de sosyal medya adeta kaçınılmaz bir hazine oldu.
Çok da alışık olmadığımız durumlarda, hayatın bize oynadığı oyunları algılayamama problemleri çekiyoruz. Hatta bizzat şahit oluyoruz... Oysa ki nasıl hayallerimiz vardı, hayatın peşi sıra uçup giden...
Birçok yanlışımız var, kendimizi abartmak konusunda. Hırslarımız var en çok. Olmazsa olmaz. Siz hiç hırsları olmayan insan tanıdınız mı? Belki bir tane istisna... Her şeye bulaşan hırslarımız, artık hayatımıza da ortak olma yolunda.
23 Nisan 1920'de toplanan ilk TBMM iç ve dış sömürücülere ve işbirlikçilere karşı amansız savaşmış, "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur." ilkesi benimsenmiştir. 23 Nisan 1920 bağımsızlığımızın, demokrasimizin, Cumhuriyetimizin temelinin atıldığı için "milletimizin egemenliğini kazandığı" bayramdır. İlk defa "Çocuk Bayramı" olarak 23 Nisan 1927' de kutlanmıştır.
İlk başlarda bu bayram savaştan dolayı öksüz ve yetim kalan çocukları neşelendirmek amacı taşımaktaydı... Daha sonra ise tüm dünya çocuklarına armağan edilmiştir. Bu değerli ülkeyi ve bu güzel günü tüm çocuklara armağan ettiği için Mustafa Kemal Atatürk'e minnettarız...
"Küçük hanımlar, küçük beyler. Sizler hepiniz, geleceğin bir gülü, yıldızı, ikbal ışığısınız. Yurdu asıl aydınlığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim ve kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz."M.Kemal Atatürk
Yarınlarımızın ışıklarına sahip çıkalım. Onlara ilim, bilim ve hakikati öğretelim, gösterelim. Hepimizin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı kutlu olsun...
Yeni okumaya başladığım bir kitap AEDEN. İçinde günümüz dünyasından çarpıcı gerçekler bulduğum ve aslında herkesinde okumasını istediğim bir kitap. İnsanı doğaya, yaşama karşı sevgiye, saygıya çağıran, aslında uymamız gerekene değilde olmamız gerekene dönüşmemizi sessizce çığlıkları ile gösteren bir eser... Benim burada yazdığım ise yalnızca bir parçası...
"İnceledikçe, derinlere indikçe daha net görüyorum. Bu gezegende tuhaf şeyler oluyor, sistemli bir tuhaflık... Kurulan bu ilkel yaşantıya işçi yetiştirmek için geliştirilmiş bir eğitim sistemleri var. Yavrularını prototip bir şekilde, insan organizmasının en büyük özelliğinin, bireylerdeki farklılıklar olduğunu anlamamış bir halde eğitiyorlar. Kalıplar var, ya bu kalıpların içinde konfordasın ya dışında cehennemde. Kalıplara uygun olamadıkları belirlenen çocuklara ilaç veriyorlar. Evrenin, bu insanların saçmalıklarını değiştirmek için gönderdiği ruhları ilaçla uyuşturup zehirli sistemlerine uymayan herkesi dışlıyorlar.
"İnceledikçe, derinlere indikçe daha net görüyorum. Bu gezegende tuhaf şeyler oluyor, sistemli bir tuhaflık... Kurulan bu ilkel yaşantıya işçi yetiştirmek için geliştirilmiş bir eğitim sistemleri var. Yavrularını prototip bir şekilde, insan organizmasının en büyük özelliğinin, bireylerdeki farklılıklar olduğunu anlamamış bir halde eğitiyorlar. Kalıplar var, ya bu kalıpların içinde konfordasın ya dışında cehennemde. Kalıplara uygun olamadıkları belirlenen çocuklara ilaç veriyorlar. Evrenin, bu insanların saçmalıklarını değiştirmek için gönderdiği ruhları ilaçla uyuşturup zehirli sistemlerine uymayan herkesi dışlıyorlar.
Dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kadınla aynı dili konuşamasak da, aynı duyguları paylaşıp hissedebiliyoruz. Durmadan kadınların düşmanının erkekler olduğunu söylüyoruz. Bir açıdan burada da haklıyız. Erkeğin kadına uyguladığı şiddet göz ardı edilemeyecek kadar fazla. Ancak kadının bu dünyada ki büyük düşmanlarından biri yine kadındır.
Kadınları erkek şiddetinden korumak için bir çok savaş açtık, bence kadının kadına olan şiddeti için de bir farkındalık yaratmalı ve bu gibi durumlar içinde savaşmalıyız.
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olabilmek için verdiği mücadele 8 Mart 1857 yılında başlar. İşte o gün New York da 40.000 kadın dokuma işçisi daha iyi çalışma şartlarına sahip olabilmek adına grev başlatmış. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da fabrikada çıkan yangın sonucunda kurulan barikatlardan kaçamayan 129 kadın işçi can vermiştir. Her yıl kutlanan ya da kutlanmaya çalışılan 8 Mart Dünya EMEKÇİ Kadınlar Gününün üzücü hikayesi bu şekilde başlamıştır.
Trakya'da 'kömür modası'na uyan bir çok enerji şirketi, salgın halinde termik santral projelerine yönelmeye başladı.
Şarköy'den M. Ereğli'ye, İğneada'dan Ergene'ye kadar Trakya'nın dört bir yerine termik santral kurulmak isteniyor. Bu da Trakya halkını endişelendiriyor.
Kölelik, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren tüm toplumlarda çeşitli şekillerde var olmuş bir kavramdır. Geçmişten günümüze birçok inanışa ve eski hukuk sistemlerine benzer niteliklerde konu olan kölelik sistemi, bir çok yasal, yönetsel ve teolojik düzenlemelerle yasaklanmasına karşın gerçekte hiçbir zaman ortadan kalkmamış, farklı biçimlerde devam etmiş modern kölelik olarak adlandırılmıştır.
Lümpen kısacası "Paçoz"
Kökeninden kısaca tanımlayacak olursak, Marx ve Engels tarafından yapılan çalışmalarla 1854 yılında ortaya çıkarılan Alman İdeolojisi eserinde dayanan bir kelimedir lümpen. Almanca olarak kullanılan "Lumpenproletetariat" terimi, proletarya yığını (paçoz) gibi bir anlama geliyor. Bu terime göre, lümpen proleterya olarak tanımlanan sınıf, aristokrasiye bağlı olan ve herhangi bir duruşu olmayan insanları anlatmak için kullanılıyordu.
Dolayısı ile bu sınıfın hangi dönemde olursa olsun yapılacak olan "devrime-yeniliğe" katılmak için de bir nedeni yoktur. Bu görüşlerdeki anlama uygun olarak kullanılmaya başlayan lümpen kelimesi, toplumsal sınıf bilinci olmayan ya da sözde bilgilerini kullanarak içinde bulunduğu işçi sınıfını aşağılayan, kendini üstün göstermeye çalıştıkça itici olan insan anlamına gelmektedir.
POPULAR POSTS
Blogger tarafından desteklenmektedir.
Blog Arşivi
-
▼
2017
(34)
-
▼
Aralık
(13)
- Başarılı olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!
- Youtuber dosyam - YOREKOK
- "Orta Zekalılar Cenneti"
- Youtuber dosyam - Barış ÖZCAN
- Kırmızı Pazartesi
- Geldi yine gönlümüzün efendisi
- Uzay yolu #SpaceX
- Sıcacık yürekler için
- Sıkıcı iş hayatı hakkında~ 1
- Beyninize bir iyilik yapın
- Bir dünya rekoru; Kıskançlık
- Histrionik hastalık
- Allah karaktere zeval vermesin
-
▼
Aralık
(13)