İnsanoğlu her daim bir umut arayışı içinde. Umutlarımızı yeni bir güne, olaya, olguya bağlamak ise umutlarımız için koyduğumuz en büyük çizgi. Mesela, günü kötü geçen bir insan başını yastığa koyarken "Yarın her şey güzel olsun" ya da "Yarın ola hayır ola" demez mi? Aslında yeni yıl değil de biz her yeni güne güzel dilekler ile başlamayı isteriz. Güzel günler o dilekten sonra hemen başlamaz çünkü zaman bize fırsat veriyorsa biz de zamana bazı şeyleri onarabilmesi için ve kendimizi de dinlendirebilmek için süre vererek umut ederiz. Aslında ne kadar iyi insanlar olduğumuz da buradan belli değil mi?
İyilik umutla var olur. En koyu karanlığın ortasında dahi bir ışık yansıması gözümüze değip geçiyorsa, bir şair gibi "iyi günler ileride" diyebiliriz. Kimi zamanlar bir fırtınanın ortasında dururken, tehlikeden değil ama korkudan azat edilmeyi dileriz. Umudun vereceği cesarete ihtiyaç duyarız çünkü. Umut; çaresizlik, yabancılaşma ve korkuyu yenmek için dünyadaki en iyi ilaçtır. Umutlu insan, kökü ve kanatları olan insandır, buhranların içinden çıkmanın ve sorunları çözmenin bir yolunu umut ederek her zaman bulur. İnsanlar hayatları boyunca köklerini ve kanatlarını arar durur, bazen bulur, bazende bulsa da kaybeder. Ne tuhaftır ki, kanatlanacak cesareti bulabilenler aynı zamanda bir köke sahip olanlardır.
İnsanoğlunun zamanla olan en temel ilişkisi belkide beklemektir. Beklemek, hayatın ta kendisi, temel kanunu ve gerçeği... Cemil Meriç Jurnal isimli eserinde "Yaşamak beklemektir" der. Yaşamdan zevk alabilmek için bekleyecek bir nedeni olan insanlar ne kadar da şanslı. Kırık düşler insanları beklemenin verdiği lezzetten vazgeçirir mi bilemem ancak bu duyguyu yaşamak büyük bir ustalık gerektirir ve bu da bir ayrıcalıktır. Herkes yapamaz...
Kapaklı belediyesi her yıl olduğu gibi bu yılda ponçik dostlarımızı soğuk kış günlerinde yalnız bırakmadı.
Soğuyan hava ile birlikte kar yağışının başlaması bizi dışarıda aç ve susuz kalan minik dostlarımız için endişelendirdi. Kapaklı Belediyesine yaptığımız bir rica üzerine Belediye ekipleri ilçe genelinde mama, yem ve su bırakıyor. Tabi barınacakları yerlerde...
Bizde bu yardımları için onlara sonsuz teşekkür ediyoruz. Bu yapılan yardımların sadece kışın değil, her zaman yapılmasını da gönülden isteriz.
Hanginiz sırtını güvendiği bir omuza yaslama imkanı varken, omuz omuza çarpışmaya ya da sıcacık bir kucakta huzur bulabilecekken kendini ateşe atmaya gönüllü olur? Gördüğünüz o güçlü kadınların kaçı yaradılıştan beri güçlü, kaçı hayatın içinde tek başına dimdik olmaya mecbur bırakılmıştır acaba?
"İnsanoğlu; ağzından çıkan cümlelerin, beyninde çıkan cümlelerin bütün evreni dolaşıp, tekrar onlara geri döndüğünü bilse, çok daha dikkatli olurdu." demiş Albert Einstein.
Her düşüncemiz bir enerjidir. Aslında düşündüğümüzde her saniyede evrene bir enerji yayıyoruz. Ve bizlerden bu dünya da milyonlarca var. An be an yaydığımız bu enerjiler düşüncelerimizi gerçeğe dönüştürüyor. Tabi bazıları hemen gerçek olurken, bazıları yıllar sonra gerçekleşiyor.
"İnsan oğlu kısa ömürlü ve bozulabilen bir şeydir."
2018'in sonlarına doğru ilerlediğimiz bu günlerde, kimilerimiz çoktan kendileri için yeni yıl hedefi koydu ve kimilerimiz bu kararları uygulamaya bile başladı. Kimilerimiz ise aldığı kararları uygulama tarihini erteledi de erteledi... Herkesin bildiği gibi yeni yıl "kendime yeni bir ben lazım" sözünün kendini daha vurguladığı bir gün. Çünkü yeni bir yıl alelade anlamlar yükleyebileceğimiz bir gün ile gelmiyor. Bir çoğumuz için geleceği daha umutla karşılamamızı sağlayan, bunu yaparken de kendimiz için de fazladan bir umut ışığı yakan bir gün bu... Üstüne üstlük geride bıraktığımız yıla da bakmamızı ve gözden geçirmemize fırsat verir.
2018'in sonlarına doğru ilerlediğimiz bu günlerde, kimilerimiz çoktan kendileri için yeni yıl hedefi koydu ve kimilerimiz bu kararları uygulamaya bile başladı. Kimilerimiz ise aldığı kararları uygulama tarihini erteledi de erteledi... Herkesin bildiği gibi yeni yıl "kendime yeni bir ben lazım" sözünün kendini daha vurguladığı bir gün. Çünkü yeni bir yıl alelade anlamlar yükleyebileceğimiz bir gün ile gelmiyor. Bir çoğumuz için geleceği daha umutla karşılamamızı sağlayan, bunu yaparken de kendimiz için de fazladan bir umut ışığı yakan bir gün bu... Üstüne üstlük geride bıraktığımız yıla da bakmamızı ve gözden geçirmemize fırsat verir.
Bugüne kadar hiç düşündünüz mü; Neden kahveyi bu kadar çok severek tüketiyoruz? Neredeyse herkesin elinde bir kahve bardağı ve dilinde kahve ile ilgili aforizmalar...
Uzun zamandır bana sorulan bir soru bu; "Neden Manikalımonica"? Aslında bu lakap öyle alelade seçilmiş bir lakap değil. Anlamında çok derin bir tarih barındıran ve bu güzel masalsı tarihe uygun olarak seçilmiş bir lakap.
Fransa'da "Sarı Yelekliler" protestoları büyümeye devam ediyor. 75 bin kişinin katıldığı bu protestoda hükümet olağanüstü hal seçeneğini incelemeye başladı bile. Akaryakıt fiyatlarına gelen zam nedeni ile düzenlenen bu gösterilerde 133 kişinin yaralandığı, 412 kişinin de gözaltına alındığı açıklandı.
Hiç duydunuz mu sırf farklı şekilde açıyor diye, açmasına izin verilmeyen bir çiçek, gövdesi kocaman diye köklenen ağaç, yavaş yavaş uzuyor diye hakarete uğrayan ot, istenilen zamanda tatlanmıyor diye küfür edilen meyve... Duydunuz mu hiç?
Artık normal günlerime döndüğüme göre, biraz da izlediğim filmlerden bahsedeyim. Belki siz çoktan izlediniz ama ben her şeyde olduğum gibi bu filme de geç kaldım. İzlemeyenler size diyorum, spoiler çok olacağı için okumamanızı öneriyorum.
Uzun saçlı, uzun kirpikli bir kız çocuğuydu. Öyle güzel, öyle asildi ki, bakanlar bir daha dönüp bakamazdı bile. Söylenenlerin tüm aksine...
Saflıkla yoğrulmuş bir ışığı vardı ve bakanların gözünü kör ederdi. Masallarda anlatılanların aksine, fiziksel bir özellik değildi ondaki bu güzellik; soyut, dokunulamayacak kadar uzak ama hayran bırakacak kadar etkili bir ışıktı.
...
Klasik bir soru olacak... Vefa neydi? Verilen sözlerde durmak mı? Yapılan iyiliği unutmayıp misliyle karşılık vermek mi? Sahi neydi vefa? Bileniniz var mı ya da hatırlayanınız?
Hissizlik için de bile hislerim var... Umut ettiğim ışıkların hepsi bir bir sönüyor. Derin biriyim ben, derin hisleri olan, derin düşünceleri... Yüzüm güler, yeri gelir içten kahkaha da atarım, ama bir o kadar da büyük üzüntülerim, hayal kırıklıklarım var. Hepsini gülen yüzümün ardına saklar, kendime insanların gördüğü mutluluk maskesi yaparım. "Bakın iyiyim ben! Mutluyum, hiç bir şey beni yıkamaz, güçlüyüm ben, bir şeyim yok... Her şey yolunda..." Oysa ki gırtlağıma kadar doluyum mutsuzlukla. Yorgunum, kızgınım, dargınım, kırgınım ve hayallerimin yıkılışına üzgünüm. Herkes anlar belki ama benim kadar değil.
"Bir an için su olduğunu düşün... Su kadar özel, su kadar faydalı ve tükenmez. İnanıyorum ki öylesin. İster çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak... Dibi olmayan bir kovayı asla dolduramazsın. Seni duymayanlara sesini duyuramazsın.
Bir insanı nasıl tanırız? Davranışlarından mı? Sözlerinden mi? Maalesef hiç biri değil. Çoğu zaman bir insanın nasıl biri olduğunu bakışından anlarsınız. Çünkü sözler ve davranışlar yanıltabilir ve karşınızdaki kişiyi iyi biri gibi görmenize sebep olabilir. Halbuki gözler yalanı taşıyamazlar. Yalanı saklayabilmeleri için çok usta olmaları gerekir...
En önemli formül nedir? E=m.c2 Bu formülün kısalığı sizi yanıltmasın, aslında çok önemlidir. Bu formülle, enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşebileceğini buluruz.
Ne kadar garip değil mi? Benliği olduğunu düşünen, maddeden oluşmuş enerjiden ibaretiz. Maddeye olan tutkumuz ise nereden geliyor, kim bilir...
Ne kadar garip değil mi? Benliği olduğunu düşünen, maddeden oluşmuş enerjiden ibaretiz. Maddeye olan tutkumuz ise nereden geliyor, kim bilir...
Son günlerde yaşadıklarımdan dolayı kırılan onuruma, gururuma ve çocukluğuma hitaben yazıyorum bunları.
Neoliberalizm ile içimizdeki canavar ortaya çıktı. Kimliklerimizi baskılardan uzak ve yeterince sarsılmaz olarak görüyoruz. Ancak gözlemlediğim kadarı ile, ekonomik değişimin yalnız değerlerimizin değil, kişiliklerimizin üzerinde de büyük etkisi olmuştur. Kısaca şöyle diyeyim; liyakata dayalı neoliberalizm belirli kişilik niteliklerini onaylar, kalanlarını ise cezalandırır.
Çerkezköy'de meşe ormanlarına yapılması planlanan termik santrale karşı mücadele hala devam ederken, Trakya yeni bir termik santral tehdidiyle daha karşı karşıya. Şimdide Kırklareli'nin tarım arazilerine kömürlü termik santral yapılması planlanıyor. Bu termik santrali kuracak olan şirket Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na başvurarak proje için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecini başlattı. Tabiki bu projeye itirazlar gecikmedi. Trakya'nın da yeterince su, hava ve atık kirliliği bulunmakta, bir de buna termik santral eklenirse, sonucu tahmin bile edemiyorum.
Yapay zekanın yükselişi bir çoğumuz için gerçekten çok sinir bozucu. Sanırım yapay zekanın oluşundan biraz tedirginiz. Belki de yapay zeka ile ilgili tedirginliğimizin sebebi, 21. yüzyılın, bir kuruluş ile ilk defa etkileşime geçen ya da "nous" yani zekanın ilk defa görüldüğü bir yüzyıl olmayacağı gerçeğinden kaynaklanıyor olabilir. Sonuçta, insanoğlu böyle bir olayın doğrudan varisi olacak. Birçok insanın, insansı makineler fikrinden dolayı tehdit altında hissetmesinde, bu makinelerin bazı açılardan insanlar gibi olacağı düşüncesinden kaynaklanmıyor mu zaten?
Bilir misiniz bir söz vardır; "Suya yazılmaz" diye. Kaldırıp atın, unutun o sözü. Suya yazı yazılır ancak yazılanı okuyabilme marifetini geliştirebildikten sonra... Nasıl oluyor, derseniz; bu cümlelerin alfabesi, bir takım fizik kuralları ile kurulmuştur. Bize de ne mutlu ki bilim, artık bu alfabenin okunur hale gelmesini sağlamıştır. Buna da "Niyet'in alfabesi" denmiştir.
Küresel atık miktarını azaltmak zorundayız. Tabi bunu yapabilmek için öncelikle aşırı bir şekilde yapılan tüketimi azaltmalıyız ve beraberinde satın aldığımız tüm ürünlerin geri dönüştürülebilir nitelikte olmasına da ayrıca dikkat etmeliyiz.
Sera gazının yayılımını azaltmak için yapılan onca önleme rağmen, Dünya'nın atmosferindeki karbondioksit seviyesi Nisan ayında rekor kırdı. Şöyle ki, milyon başına 410 parçadan fazla bir değere erişti. Bu miktar, son 800.000 yılı kapsayan veriler içinde en yüksek noktayı temsil ediyor.
Taciz, günlük hayatımızın her alanında başımıza gelebilecek muhtemel vakaların başında gelmektedir. Mesela; bir yerde otururken, yolda yürürken, araba kullanırken, toplu taşımada seyahat ederken veya çalışırken; sözle ya da davranışla kendini toplumda ifade edemeyen bir takım kişilerin, rahatsızlık verme amacı ile yaptığı davranışlardır.
Instagram'da gördüğüm birbirinden değişik hastagler yüzünden bu yazıyı yazma ihtiyacı duyuyorum. Sanıyorum ki hashtag kullanımı biraz yanlış anlaşıldı. Şöyle ki, gördüğüm bütün bir cümlede, her kelime başına hashtag koymalar, her bir harf ve her bir kelime başına hashtag koyma, hatta bu bazen kelime sonlarında da olabiliyor. Rahatsız edici değil mi? Yeni gelinleri ise hiç yazıma katmıyorum. Kullanımı kafa karıştırıcı olsa da, hashtag online iletişimin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Tabi nasıl kullanılacağını bilirsek...
Şöyle ki evrende bulunan her şeyin hareket edebileceği hızın bir sınırı var. Bütün her şeyin sınırı varsa, bilginin de bir hız sınırı var o zaman. Bu bir kuraldır. Fakat bir grup kuantum fizikçisi, her zaman yaptıkları gibi, bunu da değiştirmenin bir yolunu bulmuşlar. Normal şartlar altında bilgi aktarımı, son sınır olan yani evrenin bant genişliği, bir parçacık başına bir bit ve ışık hızı ile sınırlıdır. Tabii ki bu, işin içinde kuantum fiziğinin olmadığı klasik bir evren için geçerli.
Size, yeni bulduğum ama aslında hiçte yeni olmayan teknolojik bir alet tanıtacağım. Yeni değil diyorum çünkü okuduğum makaleler iki yıl öncesine ait. Dikkatimi çeken ise şu oldu, gelişen teknoloji ile adeta hayatlarımız Black Mirror'da kurgulanan senaryolara dönüşmeye başladı. Gelin şimdi bu alet neymiş kısaca bakalım.
Bazen basit düşünmek hayatımızı ne kadar güzel kılıyor değil mi? Mesela karıncaları ele alalım. Karıncalar basit canlılardır. Basit kuralları vardır ve bu kurallar ile yaşarlar. Yiyecek gördüğünde onu yuvasına taşır, işte bu kadar. Bu basit davranışlardan da kocaman bir karınca kolonisi ortaya çıkar. Peki biz insanlar için bu durum nasıldır?
Uzun bir süre yazı yazamadım. Bu demek değil ki bıraktım, hayır. Bir sürü araştırma ile geri döndüm. Önce hangisinden başlasam bilemiyorum. Her bir konu benim için eşsiz. O zaman yazımızı çok uzatmadan bilimsel yapılan yeniliklerden ilkine bir göz atalım.
Burada bahsedeceğim konu kuantum bilgisayarlarda açılan yeni bir dönem. Peki ne yapıldı da bu kadar önemli oldu?
Bir dahi düşünün; zekanın bilgide değil de hayal gücü kapasitesinde saklı olduğunu söyleyen. Bugün size Einstein'in beyninden bahsedeceğim. Neden dersek, bir kaç hafta önce küçük bir yazı okudum ve orada Einstein'in beyni ile bir takım zeka işaretlerinin bulgularına rastlanıldığı anlatılıyordu. Biraz araştırınca gerçekten okuduklarım beni şok etti. O zaman uzatmadan içeriği okumaya geçelim.
Bugünkü yazımın konusu, herkesin üçüncü göz olarak bildiği epifiz bezi. Belki çoğunuz son yıllarda epifiz bezinin adını sıkça duyar oldu. Benimde çok duymama rağmen araştırmaya zamanım olmuyordu. Merak etmiyor da değildim. Eşimle konuşmalarımızın arasında geçince de merakım arttıkça arttı ve işte! Gelin hep birlikte okuyalım.
Pi sayısı, matematik biliminde oldukça geniş bir alanda kullanılan ve bilinen insanlık tarihinin en eski dönemlerinden bu yana merak uyandıran, "gizemlerle dolu" bir sabittir. Bir sayının ötesinde temel bir sabit olarak kabul edilmesi, daireler ile olan ve hiçbir zaman değişmeyen ilişkisinden kaynaklanır. Yani pi, "bir dairenin çevresinin, çapına bölünmesi" ile bulunur.
Matematik ile aranız nasıl? Sizce matematik bilmek zeki olmamızı sağlar mı? IQ testleri sizce bize doğruyu söylüyor mu? Zeki insanlar hayatta hep başarılı mıdır? Bugün bunları değişik bir açıdan inceleyeceğiz.
Çok değil bir kaç ay önce popüler bir para birimi olan Bitcoine ne oldu? Açıkçası bir kaç gündür aklımda bu soru dönüp duruyor. Herkesin varını yoğunu satıp yatırdığı bu kripto para birden popülerliğini yitirdi mi sizce? Bununla ilgili biraz araştırma yaptım, gelin hep birlikte okuyalım.
Uzun zamandır yazı paylaşamadım. Bu vazgeçtiğim anlamına gelmiyor tabi ki. Sadece yoğundum ve birazda kitap okudum. Biliyorsunuz bir beyaz yakalı olmak zor. Hem beyaz yakalı olup hem de hobileri devam ettirmek., gerçekten zor. Ben zinciri kırdım Barış abi başka seneye artık! Her neyse konumuza gelelim.
Öncelikle belirtmeliyim ki uzun zamandır okumayı istediğim Frank Herbert'ın Dune kitabını hala okumaya devam ediyorum. Sonlara yaklaştım ama takdir edersiniz ki bir beyaz yaka olarak kitap okumak ve kitaba zaman ayırmak çok zor. Öğrencilikte ki gibi değil.
Her sabah erken kalk, yüzünü yıka, kahvaltı et, kendine çeki düzen ver, evden çık... Tıpkı "Fight club"ta dendiği gibi "her gün bir önceki günün kopyasının kopyasının kopyasının kopyası... Bu satırlar herkese tanıdık gelecektir. Tanıdık geldiyse haydi o zaman yazının devamına geçelim.
Black mirror, üçüncü sezon kapanışını şanına yaraşır bir şekilde yapmış. İzlemeyenler için uyarıyorum. Spoilere maruz kalabilirsiniz. Bu yazımda size üçüncü sezonun son bölümünden bahsedeceğim. "Hated in the Nation" isimli bu bölümde kişisel nefret üzerinden söylemlerde bulunmanın yanında, dizinin hep yaptığı şey olan toplumsal vurguların üst düzeyde tutulduğunu görüyoruz. İşin içinde yine kendi çıkarları için halkın özgürlüklerinden, mahremiyetini yok sayan bir devlet profili, söz konusu kendi itibarı ve güvenliği olunca, seçmenlerinin özgürlüklerini kısıtlayan hareketlerden kaçınmayan yöneticiler ve gelişmiş teknolojiyi "yarar"dan çok "zarar"a çevirebilecek insanların olduğu bu bölüm bir buçuk saatlik uzunluğu ile gerçekten sinema tadındaydı. Şimdi biraz daha detaylara geçelim.
Kara aynanın içinde mi yoksa dışında mı yaşıyoruz? Black mirror yani kara ayna, bu dizinin 4. sezonu yayınlandı. Haberi olmayanlar lütfen her şeyi kaçırmış gibi düşünmeyin. Çünkü bu bir antoloji, bir hikayeler seçkisi. Yani bunun sadece adı dizi. Her bir bölümün de farklı hikayeler ve farklı oyuncular var. Bu hikayeleri tek bir noktada birleştiren şey ise teknolojinin karanlık yüzü olarak tarif ediliyor. Ki büyük bir bölümü de öyle.
Bildiğiniz gibi bir kaç gün önce SpaceX, Falcon Heavy isimli roketini Mars'a fırlattı. Hep birlikte bu tarihi ana tanıklık ettik. Tabi tanıklık ettik diyorum ancak çoğumuz belki o saatte uyuyorduk.
Evrim ve evrim teorisi birbirinden çok farklıdır. Canlıların sürekli bir değişim içinde olması, bir doğa yasası. Bu değişimler sadece yaşamımız boyunca sürmüyor; önceki nesillerden devralınan ve sonraki nesillere aktarılan özelliklerin değişimi ile durmaksızın devam eden bir dönüşüm gerçekleşiyor.
Hashtag yani sosyal platformlarda gördüğümüz şu meşhur işaret " #. " Yakın bir zamanda Birleşik Krallık çocuklarının en sık kullandığı sözcük olarak seçildi. BBC Radio 2'nin geleneksel olarak yapılan öykü yarışmasına gönderilen 120.421 metni inceleyen Oxford Üniversitesi Yayınları'nın yazarları, 13 yaş altı çocukların, hashtag sembolü için yeni bir kullanım yolu geliştirdiklerini, hikayelerinde belirli noktalara vurgu yapmak ya da yorumu belirtmek için bu sembole başvurduklarını fark ettiler. Bu sözcükler arasında şu gibi cümleler var; "bu harika bir gün #güneşli" ya da "dünyanın en iyi ailesine sahibim #muhteşemaile"
POPULAR POSTS
Blogger tarafından desteklenmektedir.
Blog Arşivi
-
▼
2018
(66)
-
▼
Aralık
(11)
- Mutlu Yıllar !
- Ben Umudumu Hala Kaybetmedim
- Beklemenin Asaleti
- Bu Kış da Minik Dostlarımızı Unutmadık, Unutturmadık
- Zor Kadın olmayı seçmek
- Hani istesek de istemesek de yapılacaktı?
- Çekim Yasasına Göre Mutlu Olmak Mümkün; Sonsuz Mut...
- IKIGAI; Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı
- Aslında Kahveyi Sevmemeliyiz
- Neden "ManikalıMonica" ?
- Paris yanıyor, Sarı yelekliler
-
▼
Aralık
(11)