Dolu Tarafı
  • Home

 




Bu gün hayat kalitemizi biraz daha arttırmak için iyi düşünmenin güzelliklerinden bahsedeceğiz. 

İyi düşünme, düşüncelerimizin akışı üzerinde daha fazla kontrole sahip olmak, yani yaşam kalitesine yatırım yapmaktır. Çünkü olumsuz düşüncelerini kontrol edebilen kişi, duygularını da doğrudan etkileyebilme yeteneğine sahiptir. Çünkü daha iyi düşünen ve hisseden kişinin düşünce tarzı, davranışını, bedenini ve hatta sağlığını bile etkiler. Her zaman denildiği gibi mutluluğun kaynağı dışarıda değil, içimizdedir. 

 

Bugün kısa bir hikaye ile başlayacağım. İşte size Wells'ten bir öykü;

"Dere tepe, dağ ova dolaşmasını seven tek gözlü bir adam varmış. Yürür yürür gider, gider gider yürürmüş. 

Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş; alacalı bulacalı garip bir köy. Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün.

Girince köyün içine, anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. Kadınların, erkeklerin, çocukların sonuçta herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri. 

Gezgin adam karar vermiş burada yaşamaya. "Hiç değilse benim bir gözüm var" diyormuş. "Körler ülkesinde tek gözü olan kral olur, derler. Bende onların başına geçer yaşarım." 

 


Merhaba sevgili okur,

Bugün insanların doğasında olan ışığını saçma korkusundan bahsedeceğiz.

İnsan evladının belki de en büyük paradoksu, özel olmayı istemek ama aynı zamanda da bir güneş gibi parlamaktan korkmaktır. Hangimiz, herkes tarafından tanınmak ve takdir edilmek istemez ki? Neredeyse herkes başkalarına erdemlerini gösterme ihtiyacı duyar. Bunun sebebi bir güneş gibi parladığımızı başkalarına gösterme isteğidir.


Haydi gelin bugün, "hayatı yaşamaya değer kılan şeyin bilimsel çalışması"na bakalım.

90'lı yıllardan bu yana; yaşam koçları, motivasyonel konuşmacılar ve kişisel gelişim kitapları sizi hep daha mutlu olmaya zorluyor. İşte mutluluğun bu "diktatör" yaklaşımı için kullanılan terim "happycracy" olarak literatüre geçmiş. Bu yazıda da sevgili dostum, mutluluğun size bu şekilde dayatılmasının psikolojik sonuçlarından bahsedeceğiz.


Yalanı karakteri olmuş insanlara selam verip başlıyorum yazmaya.

Sonucu ne olursa olsun, yalan söylemek tercihlerim arasında asla yer almaz. Bu ailem, yakın arkadaşlarım ya da sevdiğim adam olsun hiç fark etmez. Zaten fark etmemeli de. Her zamanda dediğim gibi yalan söyleyen insanları fark ettiğimde, neden bu tarz bir yolu seçtiklerini düşünmeyi ve buna odaklanmayı tercih ederim. Her hangi bir konuda yalan söyleyen insanlar benim tepkilerimden genel olarak korkarlar. Verdiğim tepkiler, başkalarının birbirlerine söyledikleri yalanlar olsa dahi tavrım değişmez.


Bugün sizinle mavi kedi tekniğini öğreneceğiz. Mavi kedi tekniği bir çok alanda kullanılabilecek bir imajinasyon uygulamasıdır. Bu tekniği, dikkat odağınızı negatiften pozitife çevirmek, baş ağrısı gibi strese bağlı ağrıları gidermek ve olumsuz düşüncelerden kurtularak zihninizi rahatlatmak amacıyla kullanabilirsiniz. Hatta iş hayatınızda da uygulamanız mümkün. 

Tam  anlamıyla hayatınıza uygulayabilirseniz, nihayetinde ağrılarınızın geçtiğini ve de zihinsel olarak rahatladığınızı fark edeceksiniz. Bu uygulamanın temel mantığında, negatife odaklanmış zihinsel dikkatinizi dağıtarak rahatlamanızı sağlamak amaçlanmaktadır.

Şimdi hep birlikte bu tekniği uygulamaya çalışalım.

 


1973 yılında İsveç'te Jan Erik Olsson isimli bir adam Kreditbanken adlı bankaya silahlar ve patlayıcılar ile girdi. Havaya ateş açtı ve "Herkes yere yatsın, parti başlıyor!" diye bağırdı. Bu sıra da müşteriler ve birçok banka görevlisi dışarı kaçtı. Soyguncu ise sadece dört banka görevlisini rehin aldı. Akabinde banka polisler tarafından kuşatıldı.

 

NLP ile tanışmam, iş masama bırakılan bu kitap ile başladı. Sonrası zaten merak, okuma, birazda araştırma.

Kitabın kapağındaki şu yazı dikkatimi çekti; "Yaptığınız gerçekten istediğiniz şeydir. Yapmıyorsanız aslında istediğiniz şeyi yapıyorsunuz; yapmamayı!"

NLP'yi öğrenmek ve uygulamak hayatımızı şans ve tesadüfe bırakmak yerine, kendi istediğiniz biçimde yaratmanızı sağlıyor. 

NLP hem bilinci hem de bilinçaltını etkin bir duyarlılıkla kullanmaya yönelik, zihinsel sürecin işleyişini yeniden yapılandırma tekniği aslında. 

NLP ile çok hızlı sonuç alabiliyorsunuz, aylar, yıllar süren bir süreci; bir kaç saat, hatta bir kaç dakikaya bile indirebiliyorsunuz. Mesela çok büyük bir fobinizden kurtulabiliyorsunuz. Benim için öfke kontrolümü yapmaya ve bunu yönetmeme yardımcı oldu diyebilirim. 

 


Uzun zamandır araştırma yapmaya çalıştığım ve öğrenmeye çabaladığım bir konu, öfke kontrolü. Kelime anlamından bile şunu çıkarıyorum, öfke bastırılmamalı kontrol edilmeli. Peki neden? Haydi gelin hep birlikte bu konuyu okuyalım. 

 


Bu aralar pek bir söylenir oldum, "ikiyüzlüler ikiyüzlüler" diye. Sizlerin de hayatında böyle insanlar var mı? Belki arkadaşınız, belki eşiniz, belki akrabanız? Çok zor bu insanlarla mücadele etmek. Hele ki ömrümüzün neredeyse çoğunu geçirdiğimiz iş yerinde.

Son zamanlarda bu kulaklar aşırı sahte kahkahalar duymaya başladı. Aşırı ses tonları, çığlık atarcasına gülmek. Ben bu insanlara genellikle habeş maymunu diyorum. Belki bilirsiniz habeş maymunları feveran hareketleri ve çığlık çığlığa dolaşmaları ile bilinir. Kulak tırmalarlar. 

 


Hem ülke olarak hem de dünya genelinde ardı arkası kesilmeyen bir çok felakete ve kayba seyirci kaldık bu sene... 

Önce Elazığ'daki depremlerle açtık gözümüzü, daha sonra da ne olduğunu anlayamadan covid ile felaketin devam etmesini izledik. Şimdi de İzmir depremi ile sarsılıyoruz...

Sizi bilmiyorum ancak ben insanların hayatlarının bu şekilde derinden sarsılmasından çok etkileniyorum. Düşünün bu akşam bir kitap okuyorsunuz ve yarın devam etmek üzere bırakıyorsunuz. Aniden bir deprem oluyor ve yarın olmuyor. Belki yarınlar hiç olmayacak. 

Ben bu şekilde üzüldükçe bazen arkadaşlarım çok fazla tepki gösterdiğimi söylüyor. Neden anlamıyorum. Covid'den ölen birine üzülmek ya da göçükten 91 saat sonra çıkarılan bir kız çocuğu için sevinçten göz yaşı dökmek, bir çok insana neden abartı geliyor?

Her şeyden önce ben bir insanım. Tanımadığım insanların bile acılarını hissedebiliyorsam, onlar için ne yapabilirim diye çabalıyorsam, daha da çok insanım. Ki bununla da gurur duyuyorum.

Aslında daha nice cümlelerim var ancak vakit kısa, tüm ömür işte tükeniyor. Bir fabrika gibi  olduk adeta, sabah 5.30 akşam 5.00 ... Durmadan aynı şeyler, beni yoruyor. Ve böylesi kötü bir dönemden geçerken de açıkçası bir yazı yazmak gelmiyor içimden.

Hala insansı kalmış, duygularını bulamamış, hissedememiş o kişilere üzülüyorum. Onlara kızamıyorum bile, sadece acıyorum. Çünkü insan olmanın gereğini anlamamış, o evrimi tamamlayamamış, taş kalpliler ve hiç bir şey yaşamadan taş kalplerini de alıp gidecekler bu dünyadan. 

Sen güzel insan umarım insanlara ve dünyaya olan tavrın bu kadar gaddarca olmaz. Düşene bir de sen sırtını dönüp gitmezsin. O yardım elini hep uzatırsın. Acısını acın, sevinçlerini sevincin bilirsin. İnsan oldukça ve iyilik oldukça bu dünya o kötülerin elinden kurtulacak. İnan...

Kendine iyi bak. Maskeni tak, sosyal mesafeni koru.


 


İçtiğim kahve hariç hayatımdaki her şeyde sadelik aradığımı söylerdim, artık kahvemi de çoğunlukla sade içiyorum. Bu hayatta fark yaratan her şey detaylarda saklı. Sadelik arayışı da böyle bir yolculuk aslında. Minik minik detaylar her şeyi büyük kılmaya yeterli.

 




Sonbahar ayrılıkların mevsimidir. Bu aylarda yaprak ağaçtan, güneş kumdan, çiçek dalından, salkım asmadan ayrılır.

 



Gelin bugün biraz narsistler hakkında konuşalım. Kimlerdir, neler yaparlar ve onları nasıl normal insanlardan ayırabiliriz.


Bu yazım kendini göründüğünden farklı gösteren, mutluluk gösterişi budalalarına gelsin.

 

Bugün her Cuma olduğu gibi ofisten çıktınız. Arkadaşlarla bir şeyler içmek için sözleştiniz. Bu etkinlik sizin için adeta bir gelenek ve arkadaşlarınızla ilişkinizi sürdürmenizin de tek yolu. Ama bu akşam farklı. Arkadaşlarınızdan biri, oradaki herkesi şaşırtan bir haber veriyor, kendisine alkolik tanısı konulduğunu söylüyor. Üstelik, her Cuma bir şeyler içmek için toplanmanız da yaşadığı bu sorunun bir nedeni.

 

Derler ki, bazı fırsatlar insanların eline bir kez geçer... Şans kapıyı bir kez çalar. Sevgili dostum, peki hangi fırsatlar için risk almaya değeceğini nasıl bileceğiz? Ortaya çıkan her fırsatı  da değerlendiremeyiz ki.

Pek çok insan istikrar ve düzen için çok çalışıyor. Düzenli bir iş, güzel bir ev ve sağlam bir araba arıyorlar. Ancak hala eksik olana odaklanıyorlar. Sürekli tatminsiz ve mutsuzlar ve durmadan daha fazlasına sahip olabilirlermiş gibi düşünüyorlar. Bunu görebiliyorum ve anlayabiliyorum. 

 

Merhaba sevgili dostum, hepimiz hayatımızın bir döneminde kendini durmadan övmeye çalışan insanlar tanımışızdır. Burunları, mecazi anlamı bırakın, gerçek anlamda dahi havadadır. Hayattaki her şeyi biliyormuş gibi davranırlar ve hiç kimse de onların seviyesine çıkamaz. Yani bir seviyeleri olmamasına rağmen bunu düşünürler. Üstünlük havaları ile onları  bulunduğumuz ortamda iliklerimize kadar hissederiz. Yanında bulunan taraftarları ve kurbanları ile herkesten daha iyi olduklarını düşünürler. 


 
Günümüz dünyasında kişisel bir zayıflık olarak algılanan dalkavukluk, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi'nde çalışma yönetmeliği olan bir meslek sınıfıydı. Evet yanlış okumadınız. Hatta fiyat tarifesi olan bir meslekti. Ve dalkavuklara tokat atmak, ona vurmak gibi bir çok aşağılayıcı davranışın bedeli devlet tarafından belirleniyordu.

 

Altı yılı aşmış bir çalışma hayatına sahibim, aslına bakarsanız bu süreçte başarılarımı paylaşmak işimin bir gereği ancak bu tecrübeme ve iyi bir kariyere sahip olmama rağmen bir türlü başarılarımı anlatamıyorum. Çoğu zaman anlatmak ya ayıp geliyor ya da normal. Böyle olunca da insanlar yaptıklarımı hiç değerli görmüyor. Benim gibi olmaman için başarılarını insanlara etkili bir şekilde nasıl anlatacağını öğrenmelisin. Çünkü bende yavaş yavaş öğrenmeye başladım. Acı ama gerçek.


Covid-19'un hayatımıza girmesinden bu yana neredeyse altı-yedi ay geçti. Bu zaman diliminde sevsek de sevmesek de hem profesyonel hem de özel hayatımızı yeni şartlar altında devam ettirmenin yollarını bulduk. Bugün ise geriye bakıp neler öğrendiğimizi değerlendirebilecek bir durumdayız. 

Burada ise şimdi yapılan toplantılar ile ilgili bir değerlendirme yapacağız.

 


Sizlerle her gün daha fazla bilgi yazısı paylaşmak isterim hatta güncel olarak. Umarım bu yakın zamanda olacak. Tek başıma her şeye yetişmek inanın çok zor.

Habere gelecek olursak, dün Ankara Polatlı'da çok kötü bir kum fırtınası yaşandı. Twitter'da gezinirken TT'de bu konu ile ilgili milyonlarca yazı okudum. Açıkçası çoğunluk dünyanın sonunun geldiğini, bunlarında birer işaret olduğunu yazmış. Burada sadece kum fırtınalarının neden oluştuğu ile ilgili bir yazı yazacağım. 

 


Pandemi döneminde bir çoğumuz, zihinsel sağlığımız üzerinde büyük bir yük hissettik. Kimimiz işten çıkarıldığı için kaygı duyarken, kimimiz ise, hastanede, manavlarda, teslimat hizmeti veya diğer hizmet veren şirketlerde çalışmaya devam etti. Bazen de bir çoğumuz güvende kalmamız için gerekli olan koruma önlemleri olmadan işlerine devam etti. Aileler homeoffice çalışma ve çocukların ihtiyaçlarını yerine getirme arasındaki o hassas dengeyi kurmaya çabaladı. Hepimiz sevdiğimiz birinin ya da kendimizin hastalığa yakalanmasından korkar olduk. Pandeminin alıştığımız tüm sistemleri alt üst etmesiyle ekonomide ortaya çıkan beklenmedik iniş ve çıkış da cabası... Bütün bunlar olurken, hastalığın yayılmasını önlemek adına aldığımız sosyal mesafe önlemleri doğrultusunda haftalarca ve bir çoğumuzda aylarca eve kapandı. Zaten bu bile tek başına kaygı yaratmaya yeter bir sebep. 

 


Uzun bir süredir yazamadım. Ki hala yazamıyorum, çok yoğun ve yorucu günlerden geçiyorum. Bu sebeple sakin bir kafa ile oturup içerik düşünmek ve üretmek gerçekten şu günlerde zor. Ama bu açığımı bir nebze de olsa kapamak isteyen biri oldu ve arada sırada kendi yazılarını burada paylaşmamı istedi. O kişi annem :) umarım beğenirsiniz.

"Eskiden çok zengin değildi bu ülkenin insanları. Ama sevgi hakimdi toplumda. Birlik, dayanışma, vefa, sevgi değişmez değerlerdi.

En çaresiz olduğumuz anlarda uzatılan bir dost eli, söylenen iki kelime bize yalnız olmadığımızı hatırlatırdı. İnsanlar arasında bir dayanışma vardı, birlik vardı. Kimi zaman yürek yakan acılara hep beraber dayanılırdı. Acılar hafiflerdi. "İyi günde, kötü günde birlikte" sözü geçerliydi. 

İnsanlar vefalıydı. Sevgileri sürekliydi, bağlılık ve sadakat vardı. Bir söz verildiği zaman o söz tutulurdu. Verilen söz muhakkak yerine getirilirdi. İnsanlar kendilerine yapılan iyilikleri unutmazlar ve gördükleri iyiliğe karşılık iyilik yaparlardı. İnsanlar güzel, yaşam güzeldi.

Sevgi, saygı, dayanışma, vefa... Günümüz insanları bu güzel hasletleri unuttu. Belki para ve mal mülkleri arttı fakat gönülleri fakirleşti. Ben merkezci, kin tutan ve kusur arayan oldular. Egoları yükseldi. Gösteriş ve israfa yöneldiler. 

Her şeye rağmen enseyi karartmamak gerekir. Çevremize iyilik, sevgi, dayanışma tohumları ekmeye devam edelim. Unutmayalım iyilik bulaşıcıdır. 

İyi, güzel, sevgi, saygı dolu bir dünyada yaşama dileklerimle."



Pandeminin hala devam etmesine rağmen insanların çılgınca denizlere gitmesini ve hatta denizde yer bulamayınca gölleri ve yerleşim yerlerine yakın dereleri hınca hınç doldurmasını şaşkınlıkla izliyorum. Bu görüntüleri izlerken dilimden şu cümleler istemsizce döküldü, "umarım denizde de mikrop çıkar da bu şekilde davranırsınız". Bir anda annem böyle bir şey in yakın zamanda olabileceğine dair bir haber okuduğunu söyledi. Hemen araştırdım tabi ki. 

Geçen haftalarda Beyhan Budak'ın paylaştığı bir videoda bu konuya denk geldim. Açıkçası uzun zamandır kafamı kurcalayan ve yazmak istediğim bir meseleydi. Beni bu konu hakkında çok aydınlattı diyebilirim. Bildiğim ama unuttuğum bir çok yerin üzerinden geçmiş oldum bu sayede. İzlemek isteyenlere yazının sonunda ilgili videoyu bırakacağım.


Bugün gündemimizde olan bir konu ile geldim. Ancak ben bu konuyu siyasi olarak değil, tarihi olarak ele alacağım.


Tesadüfen bir test ile karşılaştım. Bu bir kişilik testi, düşünün bu tarz testler ilişkilerinde kafası karışık olan insanlara çok yardımcı oluyor. Benim dikkatimi çeken kısmı ise testin ismi oldu; "Çölde yolculuk testi"

Gelin hep birlikte ne olduğuna kısa bir göz atalım.

Günlerdir sürüncemede kalan bir yazı oldu benim için. Her gün olmasa bile haftada üç gün yazı yazmaya çalışıyorum ancak iş yoğunluğumun verdiği yorgunluk bunu yapmama engel oluyor.

Korona ile ilgili kötü olduğu kadar güzel haberlerde almıyor değiliz. Geçen günlerde çok sevdiğim dergimi okurken (Popular Science) korona virüs aşısı ile ilgili pozitif haberler gördüm.


Önceki yazılarımdan da biliyorsanız, uzun bir dönemden beri kişisel gelişim kitapları okuyup, onları burada sizlerle paylaşıyorum. Bu sefer seçtiğim kitap bir grup psikolog tarafından ele alınmış bir konu, "hayır diyebilme sanatı". Bu kitapta sınırlarımızı çizebilmenin ve özgür olabilmenin yolunun hayır demekten geçtiği anlatılıyor. 


Yazıya başlamadan önce hayvansever arkadaşlarımdan özür dilerim. Ancak bir noktada yaptığınız iyilikler eziyete dönüşüyor. 


Birçoğumuz için aylarca süren bir karantina döneminden geçtik. Biliyorum ki dışarı çıkıp yazın tadını çıkarma dürtüsü çok ama çok güçlü. Peki bizim için güvenli olan şeyler nedir? Sizlerle okuduğum yazılardan edindiğim tavsiyeleri kendi düşüncelerimle de harmanlayıp paylaşacağım.

"Bir gün uyandığında, yapmayı isteyip de yapamadığın şeyler için zamanın kalmadığını fark edeceksin."
Paulo Coelho


Bu bir teşekkür yazısı olacak, hayata. 

Aldıklarına karşı verdiği onca güzel şeyle dün bana bir kere daha şansın benimle olduğunu hissettirdi. Hayat kötülüklerine rağmen hala güzel.

Hala umut var.

Ruhum, bir kuşun kanadındaki tüy kadar hafif artık.

Yalnız değilim.

Ve şunu gördüm ki, hayattaki uyumsuz ben değilim. Bir takım kötü zihniyetli insanlar, uyumsuz olanlar.

Teşekkür ederim ellerimden tutup da bırakmayana.

Teşekkür ederim esas yanlışın bende olmadığını gösterene.

Teşekkür ederim kaza anımda dahi yanımda olana.

Teşekkür ederim beni koruyana.

Teşekkür ederim her daim olumlu desteğini esirgemeyene.

En büyük teşekkür ise aileme... 

İyi bir insan olarak yetiştirdikleri için.

Doğrunun yanlışın neler olduğunu bana aşıladıkları için.

Her konuda bana destek oldukları için.

Dün yaşadığım olayda, sevdiğim insanların yanında olmanın değerini bir kat daha anladım, bu tartışılmaz bir konu. 





Uzun zamandır yazmak için kenarda beklettiğim bir konu ile geri döndüm. Çok yakın bir arkadaşımdan okumam için tavsiye edilen bir kitaptı. Bir farklılık yapıp en sonda söylediğimi şimdi en başta söyleyeceğim. Kitabı kesinlikle ama kesinlikle okuyun. Muhteşem! Şimdi haydi hep birlikte kitabı inceleyelim.

Yine pek bir sevdiğim oyunu anlatmaya devam edeceğim. Hem kanser oyun diyerek hemde severek oynadığım tek mobil oyun diyebiliriz. 



Düşünüyorum da hayata dair beklentilerimiz o kadar çok fazla ki. Ve bunun herkese çok büyük bir kararsızlık verdiğini görüyorum. Etrafta neredeyse bir sürü ne yapmak istediğini bilmeyen insanlar var. Sanırım bu günümüzün bir hastalığı da olmaya başladı.


"Gör beni"den sonra okuduğum güzel kitaplardan biri oldu "Kirke". Kitabın konusu, kurgusu, dili, üslubu gerçekten sizi kendisine çekiyor. Bulduğum her boş vaktimde -ki şu aralar inanılmaz boş vaktim var- kitabı okudum. Kirke'nin hikayesi beni kendine çekti adeta. 


Bugün farklı bir yazı ile buradayım. Bir önceki yazımda, beni bu karantina sürecinde oyalayan mükemmel bir mobil oyundan bahsetmiştim. Genellikle pc oyunlarını severek oynarım, mobil oyunlarla aram hiç yoktur. Counter strike, half-life, max payne, diablo, world of warcraft türü oyunlar oynayarak yetişmiş bir çocukluk benim ki. 

Tamı tamına 226 gündür oynadığım bu oyuna gelin hep birlikte bir göz atalım.


Allah'ım neredeyim ben? Ne bu tantana...? Adeta maymunlar gezegeni, herkes bir şey söylüyor, herkes bir şey paylaşıyor. Sakin kalmalıyım. Bir süreliğine uzaklara gidiyorum, bütün sosyal bağlantılarımı koparıp. İşte şimdi oldu, bir parça huzur...

Bir dakika! Gitmeden önce diyeceklerim var.


Bugünde yeni bir kitap incelemesi ile birlikteyiz. Kitap ile ilgili şahsi fikirlerimi yazı sonunda belirteceğim. Şimdilik hep birlikte kitaba bir göz gezdirelim.

Her şey 2019'un Aralık ayında Çin'in Hubei Eyaletinin Wuhan kentinde atipik pnömoni yani zatürre tanısı konulması ile başladı. Çok kısa bir sürede ise bu durumun yeni bir virüs türünden kaynaklandığı ortaya çıktı. Tabi biz o aralar birbirimiz ile dalga geçiyorduk. Hapşıran ve öksüren birine 'koronalı' diyorduk. Olayın ciddiyetinin farkında bile değildik.

Virüs ilk zamanlar ' Wuhan virüsü' olarak anılırken -ki böyle anılması daha iyiymiş- sonraları; ilkin 2019-ncovard olarak anılmaya, en son olarak da covid-19 olarak tanımlanarak anılmaya başlandı. 

Karantina ile birlikte hem home office çalışma olsun hem de iş gününün azaltılması olsun kişisel gelişimime çok iyi geldi. Daha çok kitap okudum, daha çok film izledim, sporumu yaptım ve tabi ki daha da çok oyun oynadım.

Şimdi sizlerle yakınlarda okuduğum bir kitabın yorumunu paylaşacağım. Kitabı okuduğunuzda gerçekten çaresizlik hissini iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Ve bir azmin başarısını da... 

Biliyorum bu konuyu sürekli ele alıyorum ancak çok muzdarip olduğum bir konu. Ve sürekli kaleme alırsam bir şekilde azalarak biter diye düşünüyorum. Yani böyle olmasını umuyorum.
Okumadan önce lütfen aşağıda sizler için bıraktığım müziği de açar mısınız? Şimdiden iyi dinlemeler ve okumalar...

O zaman ilk şu soru ile başlayalım; başkalarının mutlu olduğunu görmek sizin için mutluluk nedeni midir yoksa mutsuzluk mu? 



Geçen haftalarda bitirdiğim bir kitabı sizlerle paylaşmak istedim. Aslında bitirdiğim o kadar çok kitap var ki. Hepsini tek tek inceleyip yazarsam sanırım ömrüm yetmez.

Öncelikle kitabın arka kapağındaki yazı ile başlayalım.

"Devrim zamanı Rusya... Kara kışı aratmayacak kadar soğuk, kasvetli bir Eylül günü, tıp fakültesinden yeni mezun bir doktor, şehirde çoktan unutulmuş geleneklerin ve boş inançların hüküm sürdüğü uzak bir kasabaya gelir. Devrim, büyük şehirlerin merkezinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir.

Zor bir doğum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için şiddetli bir kar fırtınasına rağmen göze alınan bir yolculuk, ağrılarını dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş... Genç doktorun gündelik hayatında karşılaştığı bütün zorlu sınavlar, Bulgakov'un elinde olağanüstü güçlü bir anlatımla, dram sınırlarında gezinen bir dokunaklılıkta öykülere dönüşür. 


Şu sıralar yazmak isteyip de yazamadıklarımla boğuşuyorum. Normalde çevremi izlemeyi seven biriyim ancak şu an içinde bulunduğumuz bu corona salgını nedeni ile daha da çok sevdim diyebilliriz. Nedenine gelirsek, önceki yazımda da belirttiğim gibi bir çok insanın nasılda bencilleşebildiğini ve kimlerin nasıl kriz yönetebildiğini daha net görüyoruz.

Sizi bilmem ama benim penceremden bakıldığında virüs bizlere çok şey öğretti ve gösterdi diyebilirim.

 
Dostlarım biliyorsunuz insanlık ve sağlık adına zor zamanlardan geçiyoruz. Toplum içinde birçok şeye dikkat etseniz de birçok kişinin neredeyse hiçbir şeye dikkat etmediğini görebiliyoruz. Onlar adına acilen bilinçlenmeyi diliyorum.

Bu dönemde eğitim, ulaşım ve ekonomi kadar aşıklarda bir takım olumsuzluklarla karşılaşmadı değil. :)



Bu gün home office çalışmanın ikinci günü. 

Malum durum sebebi ile bu hafta evde kalma sırası bende. Hayatımda ilk defa evime iş getiriyorum. Benim yapımda biri için iş işte, ev evde olmalı ancak dünya çapında yaşanan bu virüs vakası yüzünden şuan bu anlayışımdan ödün veriyorum.

Home office kavramı içindeki son günlerim nasıl geçer bilmiyorum ancak size iki günüm içinde yaşadıklarımı paylaşabilirim.


Biliyorum, son zamanlar pek bir şey yazamadım. İki haftadan fazladır, sanki aklımın içinde biri kocaman kalın duvarlar örmüş gibi hissediyorum. Yani içinden çıkamadığım bir çok düşüncem var. Vardı demek daha doğru olur.

Son zamanlarda ülkemizde yaşadığımız olaylar, hatta dünya çapında 2020'ye girdiğimizde yaşanan olaylar beni ziyadesiyle derinden sarstı ve üzdü. Depremler bir yana, kaybettiğimiz gencecik şehitlerimiz ve ardından her bir yanı saran corona virüs vakası... 

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

POPULAR POSTS

  • Terman'ın Termitleri
  • KADIN
  • E hani bitcoin?
  • Yalnızlığı Sevmek
  • Mutsuzlukla Beslenmek
  • 3, 1415926535 8979323846 2643383279 5028841971 6939937510 5820974944 ...
  • Şiddet içeren Oyunlar
  • Mavi Kedi
  • Kızıl bilmece
  • IKIGAI; Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Blog Arşivi

  • ►  2021 (28)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Temmuz (2)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (5)
    • ►  Nisan (3)
    • ►  Mart (5)
    • ►  Şubat (6)
    • ►  Ocak (4)
  • ▼  2020 (60)
    • ▼  Aralık (8)
      • Daha iyi bir BEN
      • Körler Ülkesindeki Kral
      • Güneş gibi Parlamak
      • Happycracy
      • Yalanlarımız karakterimiz olmuş...
      • Mavi Kedi
      • Katiline Aşık
      • Neuro Linguistic Programming - NLP
    • ►  Kasım (4)
      • Öfkemi kontrol edemiyorum
      • Maskeli Vicdanlar
      • Hayran ol ama KISKANMA
      • Acılar İçinde
    • ►  Ekim (8)
      • Boğulmadan, Kaybolmadan ve Yok olmadan Yaşamak müm...
      • Ayrılık Mevsimimiz Geldi...
      • Her şeyi bilen bir İNSAN olmak
      • Mutsuzum ama Yine de Gülümseyebilirim
      • Bir Alkolik Olmak
      • Tavır Değişikliğimiz
      • Çaresiz Hastalık
      • Bir Dalkavuğun Anatomisi
    • ►  Eylül (4)
      • Başarı Öyküsünü Anlatmak
      • Yeni Normalde İş Toplantıları
      • Kum fırtınasında ne yapmalı?
      • Halk Sağlığı
    • ►  Ağustos (2)
      • Unutulan Hasletler
      • 100 Milyon Yıllık Uyku
    • ►  Temmuz (8)
      • Ak Koyun Kara Koyun Ayrılsın
      • Kutsal Mekan, Ayasofya
      • Çölde Yolculuk
      • Covid-19 Aşısı Umut Veriyor
      • HAYIR! Diyebilmenin Hafifletici Gücü
      • İyilik mi? Eziyet mi?
      • Covid-19 sonrası aktiviteler
      • Gelişimin Yasası
    • ►  Haziran (1)
      • Bu bir teşekkür yazısı
    • ►  Mayıs (6)
      • Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı
      • STATE OF SURVIVAL - İnceleme 2
      • Kendini bil
      • Cadı Tanrıça'nın hikayesi; Kirke
      • STATE OF SURVIVAL - İnceleme 1
      • Delirmeme Challenge
    • ►  Nisan (7)
      • Kitap İncelemesi; Franz Kafka - DAVA
      • Kahrolsun Kornovros
      • Küçücük bir kız ve Kocaman bir yürek; İçimdeki Müzik
      • Altın Çağına Sadece Bir Adım Yakınsın
      • Genç Bir Doktorun Anıları - İnceleme
      • Gemiyi önce fare mi kaptan mı terk eder?
      • Modern Romeo ve Juliet'in Kısa hikayesi
    • ►  Mart (4)
      • #HomeOffice
      • Her şey güzel olacak
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (5)
  • ►  2019 (22)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Ekim (2)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (4)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (1)
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (6)
  • ►  2018 (66)
    • ►  Aralık (11)
    • ►  Ekim (9)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Ağustos (4)
    • ►  Temmuz (2)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (6)
    • ►  Mart (6)
    • ►  Şubat (9)
    • ►  Ocak (17)
  • ►  2017 (34)
    • ►  Aralık (13)
    • ►  Kasım (9)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Haziran (2)
    • ►  Nisan (3)
    • ►  Mart (3)
    • ►  Şubat (3)

DESTEK OLMAK İÇİN TIKLA

Popular Posts

  • Terman'ın Termitleri
  • KADIN
  • E hani bitcoin?

Etiketler

2019 blog yazısı (18) 2020 (4) 2020 blog yazısı (29) 2020 felaketleri (1) Akilah (1) Atatürk (3) Beyhan Budak (2) Elif Şafak (1) Karlar Ülkesi (1) alice harikalar diyarı (1) alçakgönül (1) aşk (2) beyin (3) bilim (14) bilim dünyası (6) bilimsel gelişmeler (2) bilimsel yenilik (2) blog (123) blog yazısı (172) cinayet (2) doğa (4) doğa blog yazısı (1) ekonomi (3) elon musk (4) gelecek (3) hashtag tarihi (1) hastalık (3) hated in the nation (1) kedi (3) kitap (18) kitap incelemesi (14) kitap yorumu (16) kitap önerisi (11) kişisel blog yazısı (130) kişisel gelişim (23) kişisel gelişim kitabı (3) korona (10) kuantum (3) mutlu olmak (4) pi (2) pi sayısı (1) psikoloji (5) sağlık (4) sosyal linç (1) sosyal medya (3) sosyal medya yalanı (1) spaceX (3) state of survival (2) termik (5) termik santral (5) termik santrale hayır (4) çerkezköy termik santrale hayır diyor (3) çocukluk (2)

Copyright © Dolu Tarafı. Designed: OddThemes